Şualar - page 1223

İstanbul’da dikilitaş’ta, ‘öldü!’ diye bağıracak; bü-
tün dünya işitecek.”
(1)
Bu ihbar-ı nebevî ile o za-
manda radyo gibi ses nakleden gayet sür’atli nakil
vasıtalarının keşfedileceği bildirilmiş.
Hem yine ferman etmişler ki: deccalin yırtıcı re-
jiminin ve teşkil ettiği komitesinin ve kurduğu hükû-
metinin ve şahs-ı manevîsinin dehşetli icraatının,
İsevîlerde zuhur edecek hakikî bir dinin hakikat-i
kur’ân’a iktida edip ittihat etmesiyle ve Hazret-i İsa
Aleyhisselâmın nüzul etmesiyle parçalanıp mahvo-
lacağını ihbar etmişler.
(2)
Hem, her iki deccalin asırlarındaki hâdisat-ı aci-
beler, onların bahisleriyle alâkadar olmasından, on-
lardan sudûr edecek zannedilmiş.
Hem, bir kısım ravilerin yanlış ve hata içtihatları
metn-i hadise karışmakla hadis zannedilerek, zuhur
eden bir kısım vukuat-ı süfyaniye rivayat-ı hadise
muhalif gibi görünmüş.
Hem, her iki deccalin evsafları ayrı ayrı iken ri-
vayetlerde iltibas olmuş.
Hem, Büyük Mehdînin vasıfları, sabık mehdîlere
işaret eden rivayetlerle mutabık çıkmamasından, o
hadisler müteşabih hükmüne geçmiş olmasından
ibarettir.
Şualar | 1223 |
f
ihriST
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma,
bir olma, birlik oluşturup ikiliği or-
tadan kaldırma, birlik.
keşif:
açma, meydana çıkarma.
komite:
encümen, hey’et, alt kurul,
komisyon.
mahv:
yok, etme, ortadan kaldır-
ma, harap etme, perişan etme.
muhalif:
muhalefet eden, aykırılık
gösteren, uymayan, bir fiil veya
düşünceye karşı gelen.
mutabık:
birbirine uyan, aralarında
anlaşmazlık olmayan.
müteşabih:
Kur’ân-ı Kerîm’de lâfzı
ve manası açık olmayan, anlaşıla-
mayan ayetler, mecazî manaya
elverişli olan ayetler.
nakil:
bir şeyi başka bir yere gö-
türme, taşıma.
nüzul:
yukarıdan aşağıya inme,
iniş.
ravi:
rivayet eden, haber veren,
duyduğu sözü veya gördüğü olayı
başkalarına söyleyen, aktaran.
rejim:
idarede tutulan yol, yönet-
me tarzı, düzenleme biçimi.
rivayet:
bir haber, söz veya olayı
nakletme.
sabık:
geçen, geçmiş, olmuş.
sudûr:
sâdır olma, meydana çıkma,
çıkma, olma.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs; belli
bir şahıs olmayıp, kendisine bir
şahıs gibi muamele edilen şirket,
cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar;
belli bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
teşkil:
meydana getirme.
vasıf:
bir kimsenin veya şeyin ta-
şıdığı hâl, nitelik, hususiyet.
vasıta:
alet, araç.
zan:
zannetme, sanma, kesin ola-
rak bilmeksizin kuvvetli ihtimalle
hükmetme.
zuhur:
görünme, meydana çık-
ma.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
asır:
yüzyıl.
bahis:
konu.
dehşet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
evsaf:
sıfatlar vasıflar, nitelikler,
özellikler.
ferman:
emir, buyruk.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına
ait söz, iş veya davranış.
hakikî:
gerçek, sahici.
hükümet:
yönetim.
icraat:
işler, yapılan, tatbik edi-
len işler, uygulanan şeyler.
içtihat:
din âlimlerinin şer’î
esaslar dâhilinde Kur’ân ve
sünnete uygun şekilde bir ko-
nuda fikir ortaya koymaları,
hüküm vermeleri.
ihbar:
haber verme, bildirme,
anlatma, duyurma.
iktida:
tabi olma, uyma.
iltibas:
birbirine benzeyen şey-
leri şaşırıp karıştırma, birisini
öteki zannetme.
İsevî:
Hz. İsa’ya ait, onunla il-
gili.
1.
Müslim, Fiten: 34.
2.
Kenzü’l-Ummal, 14:334; Tirmizî, Fiten: 62; EbuDavud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; Hâ-
kim, Müstedrek, 4:529, 530.
1...,1213,1214,1215,1216,1217,1218,1219,1220,1221,1222 1224,1225,1226,1227,1228,1229,1230,1231,1232,1233,...1581
Powered by FlippingBook