bir çok kulp takmakla hükûmeti iğfal ederek, hem
üstadımızı, hem nur talebelerini zindanlara soktur-
muşlar. ellerindeki risaleleri mahzenlere attırmışlar.
(HaşİYe)
Hatta hapishane içerisinde bile rahat bırak-
mamışlar. Hususî plânlarla içlerine hafiyeler bırakı-
larak üstattan ve risale-i nur’dan soğutmaya çalış-
mışlar. Bilhassa Afyon hapsinde, üstadımızı kışın
en şiddetli günlerinde gayr-i muntazam bir odada,
taban tahtalarının birbirinden bir-iki santim ayrılıklı
olan ve pencereleri de tam kavuşmadığı için açık
kalan yerlerinde camların bir buçuk-iki milim buz
tutmasıyla beraber, bazen de yağan karlar, tipi ve
yağmurlar içeriye dolan bir odada birkaç gün soba-
sız, mangalsız ve bazı zamanlarda da gıdasız bırakıl-
dığı gibi zehir de verilerek ölümü beklenilmiştir. ga-
yet ihtiyar, zayıf ve hasta olan mübarek üstadın ya-
nına hiçbir talebesi ve hizmetçileri bırakılmamış,
saklı ve gizli olarak yanına çıkan talebeleri ve hiz-
metçileri dövülmüş, işkencelerin en vahşîsi tatbik
edilmiş, öyle bir an gelmiş ki, mübarek üstadın
mahkemeye vereceği müdafaaları talebeleri tarafın-
dan yazılmasına izin verilmemiş, gizli olarak yazmak
isteyen talebeler de müdür tarafından hakarete uğ-
ramışlardır.
Bu işkencelerin ve bu zulüm ve hile prensipleri-
nin karşısında kur’ân’ın hakikî hadimleri olan
HaşİYe:
Hapishaneden çıktıktan sonra birkaç defa beraat verildiği hâl-
de, risaleler hâlâ mahzenlerde tutulmaktadır.
beraat:
temize çıkmak, suçsuz bu-
lunmak.
bilhassa:
her şeyden önce, başta,
hele, en çok, hususan, hususî ola-
rak, özellikle, mahsus.
gayr-i muntazam:
intizam dı-
şı, tertipli olmayan, tertipsiz,
düzensiz.
hadim:
hademe, hizmetçi, hiz-
met eden, işe yarayan.
hafiye:
saklı ve gizli şeyleri
araştıran, casus.
hakaret:
hakirlik, hor görme,
incitme, küçük düşürme.
hakikî:
gerçek, sahici.
haşiye:
bir kitabın sayfaları-
nın kenarına veya altına yazı-
lan açıklayıcı yazı, derkenar.
hile:
aldatmaya, kandırmaya
yönelik tertip, düzen, desise.
hususî:
özel, şahsî.
hükûmet:
bir memleketi ida-
re edenler, vekiller heyeti.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşü-
rerek kandırma, yanlış iş yap-
tırma, aldatma, aldatılma.
işkence:
eziyet, azap, bir kim-
seye verilen maddî-manevî sı-
kıntı, zulüm.
kulp:
bahane, uydurma se-
bep.
mahzen:
havasız, karanlık yer.
mübarek:
feyizli, bereketli.
müdafaa:
savunma.
prensip:
temel fikir, temel bil-
gi, esas, ilke.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
talebe:
öğrenciler, tahsil gö-
renler.
üstat:
bir ilim veya sanatta
üstün olan kimse.
vahşî:
merhametsiz, duygu-
suz.
zindan:
hapishane.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa,
işkence.
f
ihriST
| 1218 | Şualar