menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüş-
vet, aldatmak gibi hâller meydan alır. zahirî asayiş
ve insaniyet altında anarşistlik ve vahşet manaları
hükmeder; o hayat-ı şehriye zehirlenir. Çocuklar
haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kaviler zulme, ihti-
yarlar ağlamaya başlarlar.
Buna kıyasen, memleket dahi bir hanedir ve va-
tan dahi bir millî ailenin hanesidir. eğer iman-ı ahi-
ret bu geniş hanelerde hükmetse, birden samimî
hürmet ve ciddî merhamet ve rüşvetsiz muhabbet
ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riya-
sız ihsan ve fazilet ve enaniyetsiz büyüklük ve mezi-
yet o hayatta inkişafa başlarlar. Çocuklara der:
“Cennet var, haylazlığı bırak.” kur’ân dersiyle tem-
kin verir. gençlere der: “Cehennem var sarhoşluğu
bırak.” Akıllarını başlarına getirir. zalime der: “Şid-
detli azap var, tokat yiyeceksin.” Adalete başını eğ-
dirir. İhtiyarlara der: “senin elinden çıkmış bütün
saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî sa-
adet ve taze, bâkî bir gençlik seni bekliyorlar. on-
ları kazanmaya çalış” deyip ağlamasını gülmeye çe-
virir. Bunlara kıyasen cüz’î ve küllî her bir taifede
hüsn-i tesirini gösterir, ışıklandırır.
DoKuZuNCu MESElE
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
371
üstadımızın manen ruhuna gelen iman hakkında
bir sualin cevabıdır. Şöyle ki:
“neden cüz’î bir hakikat-i imaniyeyi inkâr eden
kâfir oluyor ve kabul etmeyen Müslüman olmaz.
adalet:
kanunların eşitlik ilkesine
göre uygulanması.
asayiş:
rahat, huzur.
azap:
ceza.
bâkî:
ebedî, daimî, sonu gelmez,
bitip tükenmez, ölmez, sonsuz.
ciddî:
gerçek, hakikat.
cüz’î:
az.
daimî:
sürekli, devamlı.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
fazilet:
kişiyi ahlâklı, iyi hareket
etmeye yönelten manevî kuvvet,
erdem.
hakikat-i imaniye:
imana ait olan
gerçek.
hane:
ev, mesken, beyt, ikamet
edilen yer.
hodgâm:
kendi keyfini düşünen,
bencil.
hürmet:
saygı.
ihsan:
iyilik etme, güzel davran-
ma, bağışlama, ikram etme, lütuf,
bağış, yardım.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
inkâr:
reddetme, tanımama, ka-
bul ve tasdik etmeme, inanma-
ma.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma, gö-
rülme, açığa çıkma, meydana çık-
ma.
insaniyet:
insanlık mahiyeti, in-
san olma hâli, insana yakışır dav-
ranış.
kavi:
kuvvetli, güçlü, dayanıklı,
metin, muhkem.
kıyasen:
kıyas yoluyla, kıyas ede-
rek.
küllî:
çok, büyük, çok miktarda.
manen:
iç varlık bakımından, duy-
guca, gönülce, yürekçe, ruhça, ma-
na itibarıyla, manaca.
memleket:
bir devletin toprağı,
ülke, yurt, vatan, diyar.
menfaat:
fayda, kâr, gelir, ihtiyaç
karşılığı olan şey.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, iyilik etmek, bî-
çarelere yardımda bulunmak, esir-
gemek.
meziyet:
bir kişiyi başkaların-
dan ayıran veya yücelten va-
sıf, üstünlük vasfı, değerlilik,
yüksek karekter, fazilet.
millî:
millete ait, milletle alâ-
kalı, millete mensup; ulusal.
muaşeret:
birlikte yaşayıp iyi
geçinme, adab-ı muaşeret, gör-
gü.
muavenet:
yardım, yardım et-
me, yardımcılık, teavün.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sev-
me, dostluk.
riya:
iki yüzlülük, yalandan
gösteriş, samimiyetsizlik.
rüşvet:
yetkili, görevli bir kim-
seye, bir başka kimse tarafın-
dan kanunlara aykırı şekilde,
bir çıkar vadedilerek veya sağ-
lanarak her hangi bir işin yap-
tırılması; bu işin yaptırılması
için verilen para, mal, v.s.
saadet:
mutluluk.
samimî:
içten, candan, gönül-
den, kalbî, menfaatsiz, riyasız.
sual:
soru.
taife:
topluluk.
tasannu:
yapmacık.
temkin:
ihtiyatlı hareket et-
me, ihtiyat, tedbir.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
üstat:
bir ilim veya sanatta
üstün olan kimse.
vahşet:
yabanîlik, vahşilik.
vatan:
bir kimsenin doğup bü-
yüdüğü yer, üzerinde yaşanı-
lan ülke, yurt.
zahirî:
görünen, görünürdeki,
görünüşteki.
Zalim:
zulmeden, haksızlık
eden, acımasız ve haksız dav-
ranan.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa,
işkence.
f
ihriST
| 1212 | Şualar