münasebettardır. Ve dünyada muvakkat bekasını
arzuladığı gibi bir dâr-ı ebedîde bekasını aşk derece-
sinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını temin
etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebe-
de kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve
ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtra-
ten mecburdur. Ve öyle arzuları ve matlâpları var
ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin et-
miyor.
İkinci Meyvesi ve Hayat-ı Şahsiyeye Bakan Bir
Faydası
: Her insanın her zaman düşündüğü en
ehemmiyetli endişesi, mezaristana giden kendi
dostları ve akrabaları gibi kendisinin de o idamha-
neye girmesi keyfiyetidir. Bir tek dostu için ruhunu
feda eden o bîçare insanın binler, belki milyonlar,
belki milyarlar dostlarını ebedî bir müfarakat içinde
idam olduklarını tevehhüm edip, Cehennem aza-
bından beter bir elemi düşünürken, birden ahirete
iman geldi, o insanın gözünü açtırdı ve perdeyi gö-
zünden kaldırdı, baktırdı. o da o imanla baktı. o
dostlarını ebedî ölümlerden ve çürümelerden kurtul-
muş, mesrurâne ve nuranî bir âlemde onu bekliyor-
lar vaziyetinde müşahede etti. Ve Cennet lezzetin-
den haber veren bir lezzet-i nuraniyeyi o müşahede
ile aldı.
Üçüncü Faydası
: İnsanın sair zîhayatlar üstünde-
ki tefevvuku ve yüksek seciyeleri ve cemiyetli istidat-
ları ve küllî ubudiyetleri ve geniş vücudî daireleri
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem:
dünya, cihan.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
azap:
günahlara karşı ahirette çe-
kilecek ceza.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonu ol-
mama, bulunduğu hâlde kalma.
beka:
ebedî hayata ulaşma.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
cemiyet:
topluluk, birlik.
dâr-ı ebedî:
sonsuz diyar, sonu
olmayan âlem, ahiret.
ebedî:
ebede mensup, zevalsiz,
sonu olmayan, sürekli, hiç son
bulmayacak şekilde süren.
ehemmiyet:
önem.
elem:
dert, üzüntü, kaygı, tasa.
feda:
gözden çıkarma, uğruna ver-
me.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılıştan,
yaratılış itibariyle.
hayat-ı şahsiye:
şahsa ait hayat,
özel yaşama biçimi.
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
insaniyet:
insanlık mahiyeti,
insan olma hâli, insana yakışır
davranış.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
küllî:
çok, büyük, çok miktar-
da.
matlâp:
talep edilen, meram,
maksat, istenilen şey, istek.
mesrurâne:
sevinçli bir şekil-
de, sevinerek, memnun ola-
rak.
mezaristan:
mezarlık.
muvakkat:
belirli bir zamana
mahsus, vakitli, süresiz, geçi-
ci.
müfarakat:
uzaklaşma, ayrıl-
ma, ayrılık.
münasebettar:
ilgili, alâkalı,
bir şeye uygun ve yakın olan.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyrederek anlama, sey-
retme.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
saadet:
mutluluk.
sair:
diğer, başka, gayri, öteki.
seciye:
yaratılış, huy, tabiat,
karakter, cibilliyet.
tatmin:
doyma, doygunluk.
tedarik:
hazırlama, elde bu-
lundurma, sağlama.
tefevvuk:
üstün olma, üstün-
lük.
tevehhüm:
vehimlenme, ku-
runtuya kapılma; gerçekte var
olmayanı var kabul etme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
ubudiyet:
kulluk.
vücudî:
vücutla ilgili, varlığa
dair, var olan şey ile alâkalı.
zîhayat:
hayat sahibi.
f
ihriST
| 1208 | Şualar