Dokuzuncu Şua
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
284
(1)
n
¿ƒo
ëp
Ñr
°ü o
J n
Ú/
Mn
h n
¿ƒo
°ùr
ªo
J n
Ú/
M $G n
¿Én
ër
Ñ°o
ùn
a
(ilâahir)
ayetine otuz sene evvel başlanıp, görülen lüzum
üzerine ve haşri inkâr eden ehl-i dalâlet ve ilhadın
çoğalmasıyla ve tevfik-i rabbanî ile otuz sene sonra
semavî âyât-ı kübranın âyâtından birinci ayet olan
s
¿p
G Én
¡p
Jr
ƒn
e n
ór
©n
H ¢n
Vr
Qn
’r
G»p
«r
ëo
j n
?r
«n
c $G p
ân
ªr
Mn
Q p
QÉn
`K'
G = '
‹p
G r
ôo
¶r
fÉn
a
(2)
l
ôj/
ón
b m
Ar
?n
T u
? o
c '
¤n
Y n
ƒ o
gn
h ?'
Jr
ƒn
Ÿr
G »p
«r
ëo
Ÿn
n
?p
d'
P
ferman-ı İlâ-
hînin iki parlak ve çok kuvvetli hüccetleri ve tefsir-
leri bulunan onuncu ve Yirmi dokuzuncu sözlerle
münkirleri susturdu.
Hem, o iki risale iman-ı haşrînin hücum edilmez
iki metin kal’ası olduğunu Mukaddimesiyle teyit et-
mekle beraber, iki noktadan Birinci noktada dört
delille iman-ı haşrînin vücuduyla Cenneti tebşir eder
ve yine iman-ı haşrîyi inkâr edenlerle Cehennemin
vücudunun hakkaniyetini bildirir. İkinci nokta, Ha-
kikat-i haşriyenin hadsiz bürhanlarından ve sair er-
kân-ı imaniyeden gelen şahadetlerin hülâsasından
çıkan bir bürhanı gayet muhtasar bir surette beyan
cehlim ve istidatsızlığım neticesi lâyık oldukları gibi yazamadığımdan, her
vakit ellerinden öpüp, hayır duasına el açtığım sevgili üstadım veyahut
mübarek kardeşlerim nasıl münasip görürlerse öylece tebdil edebilir.
(Ha-
şİYeCİK)
HaşİYeCİK:
gayet güzel ve münasip gördük ve yazdık; bin bârekâllah
âyât:
Kur’ân ayetleri.
âyât-ı kübra:
büyük, yüce ayet-
ler.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi,
Kur’ân’ın surelerini oluşturan İlâhî
söz.
bârekâllah:
Allah mübarek etsin,
hayırlı ve bereketli olsun.
beyan:
anlatma, açık söyleme, bil-
dirme, izah.
bürhan:
delil, ispat, tanık, hüccet.
cehil:
cahillik, bilmezlik, ilimden
mahrum olmaklık.
delil:
kanıt.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
erkân-ı imaniye:
imana ait esas-
lar.
ferman-ı İlâhî:
Cenab-ı Hakkın
emir ve buyruğu.
had:
sınır, son.
hakkaniyet:
hak ve adâlete uy-
gunluk; hakka riayet etme, doğ-
ruluk, insaflı hareket.
haşir:
insanların öldükten sonra
tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda
toplanmaları.
hüccet:
delil, ispat, bürhan; bir id-
dianın doğruluğunu ispat için gös-
terilen vesika, senet.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, temel
kısmı.
ilâahir:
sona kadar, sonuna ka-
dar.
ilhad:
gerçek inançtan şaşma, sa-
pıtma, hak yoldan çıkma.
inkâr:
reddetme, tanımama, ka-
bul ve tasdik etmeme, inanma-
ma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kal’a:
kale.
lüzum:
lâzım olma hâli, işe yara-
ma, gerekme.
metin:
sağlam ve dayanıklı,
kavi, berk.
muhtasar:
ihtisar edilmiş, hü-
lâsa edilmiş, kısaltılmış, kısa,
özet.
mukaddime:
başlangıç, giriş.
mübarek:
feyizli, bereketli.
münasip:
uygun, yerinde.
münkir:
inkâr eden, kabul et-
meyen.
netice:
sonuç.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
sair:
diğer, başka, gayri, öteki.
semavî:
Allah tarafından olan,
İlâhî.
suret:
şekil, biçim.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
tebdil:
değiştirme, döndürme,
dönüştürme, başka bir hâle
getirme.
tebşir:
insanın gözünü açacak
şekilde tarif ve izah etme.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, Kur’ân’ın şerhi.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
üstat:
bir ilim veya sanatta
üstün olan kimse.
1.
Akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin. (Rum Suresi: 17.)
2.
Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu
yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O her şeye hakkıyla kadirdir. (Rum Suresi: 50.)
f
ihriST
| 1200 | Şualar