Birinci Bab
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
173
Vacibü’l-Vücud’un mevcudiyetine delâlet eden
on dokuz mertebedeki berahin-i ulûhiyeti gösterir.
Birinci Mertebede semavattaki bürhanlardan,
ikincide cevv-i asumanda, üçüncüde küre-i arzda,
dördüncüde deniz ve nehirlerde, beşincide dağ ve
sahralarda, altıncıda üç büyük küllî hakikati göste-
ren eşcar ve nebatatta, yedincide üç muazzam ha-
kikat müşahede edilen hayvanat ve tuyur âleminde,
sekizincide hak olduklarına dair dokuz hüccet serde-
dilen enbiyaların meclislerinde, dokuzuncuda hadsiz
muhakkiklerin dershanelerinde, onuncuda milyon-
lar mürşitlerin zikirhanelerinde, on birincide bîniha-
ye melâikelerin lisanında, on ikincide ve on üçüncü-
de âlem-i berzaha giden hadsiz ukul-i müstakime ve
kulûb-i münevvere ashabının ittifakında, on dört ve
on beşincide beş hakikatle sübut ve hakikati ifade
edilmiş vahiylerde ve vahiyden farklı olup mahiyeti
ve neticesi dört nurdan terekküp ettiği izah edilen
sadık ilhamlarda, on altıncıda Muhammed-i Ara-
bî’nin (
AsM
) kıymet ve hakkaniyetini ve ihbaratının
doğruluğunu gösteren hadsiz delillerden dokuz küllî
delilinde ve dokuzuncu delilin aldatmaz ve aldan-
maz üç icmaında, on yedincide kelâmullah olan
kur’ân’ın azametine şahadet eden altı noktasında,
on sekizincide kâinatın heyet-i mecmuasında görü-
len azametine münasip iki büyük hakikatinde, on
dokuzuncuda esma-i Hüsnada zahir ve bariz
âlem:
dünya, cihan.
âlem-i berzah:
ruhların kıyamete
kadar kalacakları âlem; kabir âle-
mi.
ashap:
arkadaşlar.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
bab:
kısım, bölüm, bahis.
bariz:
açık, göz önünde, besbelli,
aşikâr.
bînihaye:
sonsuz, nihayetsiz, ebe-
dî, tükenmez.
bürhan:
delil, ispat, tanık, hüccet.
cevv-i asuman:
gökyüzü, hava
tabakası, hava küresi.
delâlet:
delil olma, gösterme.
delil:
kanıt.
enbiya:
nebiler, peygamberler.
Esma-i Hüsna:
Allah’ın adları, Al-
lah’ın doksan dokuz güzel ismi.
eşcar:
ağaçlar.
had:
sınır, son.
hakikat:
gerçek.
hakkaniyet:
hak ve adalete uy-
gunluk; hakka riayet etme, doğ-
ruluk, insaflı hareket.
hayvanat:
hayvanlar.
heyet-i mecmua:
bir şeyin tefer-
ruatına ve cüzlerine bakılmaksı-
zın bütününün gösterdiği hâl ve
manzara.
hüccet:
delil, ispat, burhan; bir id-
dianın doğruluğunu ispat için gös-
terilen vesika, senet.
icma:
bir konu üzerinde fikir birli-
ğine varma, fikir birliği.
ihbarat:
ihbarlar, bildirmeler, ha-
ber vermeler.
ilham:
Allah’ın bildirmesi.
ittifak:
bir konuda, ortak bir ga-
yede anlaşma, fikir birliği etme,
uyuşma, bağdaşma.
izah:
açıkça ortaya koyma, açık-
lama yapma, bir konuyu ayrıntı-
larıyla ortaya koyma, eksiksiz an-
latma.
kelâmullah:
Allah’ın kelâmı, Kur’ân-
ı Kerîm.
küllî:
çok, büyük, çok miktarda.
küre-i arz:
arz küresi, yer yuvar-
lağı, dünya, yer küre.
lisan:
dil.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ha-
kikati, iç yüzü, bir şeyi tayin eden
aslî unsur, neden ibaret olduğu,
nitelik.
meclis:
görüşülecek bir mesele
için bir araya gelmiş insan toplu-
luğu.
melâike:
melekler, feriştehler; nur-
dan yaratılmış, fıtratları safî, ma-
kamları sabit olan, Allah’ın emir-
lerine tam itaat eden mahlûklar.
mertebe:
derece, basamak.
mevcudiyet:
var olma, varlık.
muazzam:
büyük, yüce.
muhakkik:
tahkik eden, ger-
çeği araştıran, gerçeği araştı-
rıp bulan, bir şeyin iç yüzünü
inceleyerek vakıf olan.
münasip:
uygun, yerinde.
mürşit:
irşat eden, doğru yo-
lu gösteren, rehber, kılavuz.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyrederek anlama, sey-
retme.
nebatat:
bitkiler.
netice:
sonuç.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık, şule.
sadık:
doğru, gerçek, hakikî,
sahte olmayan.
sahra:
çöl.
semavat:
semalar, gökler.
serd:
sözü düzgün ve güzel
söyleme, birbiri ardınca düz-
gün ve iyi konuşma.
sübut:
gerçekleşme, meyda-
na gelme.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
terekküp:
mürekkep olma,
karışıp birleşme, birden fazla
şeyin birleşmesinden oluşma.
tuyur:
kuşlar.
ukul-i müstakime:
doğru yol-
da olan akıllar.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği
hükümleri, sırları ve hakikat-
leri peygamberlere bildirme-
si.
zahir:
görünen, görünücü.
zikirhane:
zikir yeri, zikir ya-
pılan yer.
f
ihriST
| 1196 | Şualar