Şualar - page 1187

rabıtalarıyla münasebet peyda ettiğim bütün sevdi-
ğim mevcudata muvakkat bir firak içinde daimî bir
visal var olduğunu bildim.
İşte, iman ile ve imandaki intisap ile, her mü’min
gibi, bu vücudum dahi hadsiz vücutların firaksız en-
varını kazanır. kendisi gitse de, onlar arkada kaldı-
ğından, kendisi kalmış gibi memnun olur.
Hülâsa
: ölüm firak değil, visaldir, tebdil-i me-
kândır, bâkî bir meyveyi sümbül vermektir.
BEŞİNCİ MErTEBE-İ NurİYE-İ HaSBİYE
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
115
Yine bir vakit hayatım çok ağır şerait ile sarsıldı.
Ve nazar-ı dikkatimi ömre ve hayata çevirdi; gör-
düm ki, ömrüm koşarak gidiyor, ahirete yakınlaş-
mış hayatım dahi tazyikat altında sönmeye yüz tut-
muş. Hâlbuki “Hayy” ismine dair risalede izah edi-
len hayatın mühim vazifeleri ve büyük meziyetleri
ve kıymettar faydaları, böyle çabuk sönmeye değil,
belki uzun yaşamaya lâyıktır diye müteellimâne dü-
şünürken, yine üstadım olan
(1)
o
?«/
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æo
Ñ° r
ùn
M
ayetine müracaat ettim. dedi: “sana hayatı veren
zat-ı Hayy-ı kayyum’a göre hayata bak!” Ben de
baktım, gördüm ki: Hayatımın bana bakması bir
ise, zat-ı Hayy-ı kayyum’a bakması yüzdür. Bana
ait neticesi bir ise, Hâlık’ıma ait bindir. Şu hâlde,
marziye-i İlâhî dairesinde bir an yaşaması kâfidir,
uzun zaman istemez.
Şualar | 1187 |
f
ihriST
muvakkat:
belirli bir zamana mah-
sus, vakitli, süresiz, geçici.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
müracaat:
başvurma, danışma;
başvuru.
müteellimâne:
acı duyarak, elemli
bir şekilde, içi sızlayarak.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
netice:
sonuç.
peyda:
meydanda, açıkta, açık,
aşikâr.
rabıta:
bağlılık.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap, broşür.
şerait:
şartlar.
tazyikat:
tazyikler, baskılar, zor-
lamalar, sıkıştırmalar.
tebdil-i mekân:
yer değişikliği.
üstat:
öğretici; muallim, öğretmen,
usta, sanatkâr.
vazife:
görev.
visal:
ulaşma, kavuşma.
Zat-ı Hayy-ı Kayyum:
varlığı, diri-
liği her an için olup gökleri ve
yerleri her an için tutan; her şeye,
her hususta iktidarı yeten zat, Al-
lah.
ahiret:
öbür dünya, öteki dün-
ya, kıyametten sonra kurula-
cak olan âlem.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si, Kur’ân’ın surelerini oluştu-
ran İlâhî söz.
bâkî:
sürekli kalıcı olan.
daimî:
sürekli, devamlı.
envar:
nurlar, ziyalar, aydın-
lıklar, ışıklar, parlaklıklar.
firak:
ayrılık, ayrılma, hicran.
had:
sınır, son.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hayy:
diri, sağ, canlı.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
intisap:
mensup olma, bağ-
lanma, bir kimseye mensup-
luk.
izah:
açıkça ortaya koyma,
açıklama yapma, bir konuyu
ayrıntılarıyla ortaya koyma,
eksiksiz anlatma.
kâfî:
yeter, yeterli.
kıymettar:
kıymetli, değerli,
pahalı.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar, yaratılmış
şeylerin tamamı, kâinat.
meziyet:
bir kişiyi başkaların-
dan ayıran veya yücelten va-
sıf, üstünlük vasfı, değerlilik,
yüksek karekter, fazilet.
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
1...,1177,1178,1179,1180,1181,1182,1183,1184,1185,1186 1188,1189,1190,1191,1192,1193,1194,1195,1196,1197,...1581
Powered by FlippingBook