Şualar - page 1186

geniş bir dairede gayet çoklukla halk eder, yapar bir
kudretin azamet ve haşmeti içinde beraberlik ve
benzeyişlik ve birbiri içinde ve bir tarzda yapılmala-
rı, vahdetini ve ehadiyetini bize gösterir. Ve böyle
hadsiz mu’cizatı ibraz eden bir fiil-i rububiyete ve bir
tasarruf-i hallâkıyete müdahale ve iştirak mümkün
olmadığını bildirir diye anladım.
DörDÜNCÜ MErTEBE-İ NurİYE-İ HaSBİYE
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
112
Bir vakit ihtiyarlık, gurbet, hastalık, mağlûbiyet
gibi vücudumu sarsan arızalar bir gaflet zamanıma
rastgelip şiddetli alâkadar ve meftun olduğum vü-
cudum, belki mahlûkatın vücutları ademe gidiyor di-
ye düşünmesi bana elîm bir endişe verirken yine
Ayet-i Hasbiyeye müracaat ettim. dedi: “Manama
dikkat et ve iman dürbünüyle bak!” Ben de baktım
ve iman gözüyle gördüm ki: Bu zerrecik vücudum,
her mü’minin vücudu gibi hadsiz bir vücudun ayna-
sı ve nihayetsiz bir inbisat ile hadsiz vücutları kazan-
maya bir vesile ve kendinden daha kıymettar bâkî,
müteaddit vücutları meyve veren bir kelime-i hikmet
bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşama-
sı ebedî bir vücut kadar kıymettar olduğunu il-
melyakin ile bildim. Çünkü, şuur-i iman ile bu vücu-
dum Vacibü’l-Vücud’un eseri ve sanatı ve cilvesi ol-
duğunu anlamakla, vahşî evhamın hadsiz karanlıkla-
rından ve hadsiz müfarakat ve firakların elemlerin-
den kurtulup mevcudata, hususan zîhayatlara taallûk
eden ef’al ve esma-i İlâhiye adedince uhuvvet
adem:
yokluk.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebet-
li, bağlı.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
bâkî:
ebedî, daimî, sonu gelmez,
bitip tükenmez, ölmez, sonsuz.
cihet:
sebep, vesile, mucip, baha-
ne.
cilve:
güzel ve hoş bir biçimde
görünme.
ebedî:
ebede mensup, zevalsiz,
sonu olmayan, sürekli, hiç son
bulmayacak şekilde süren.
ef’al:
fiiller, işler, ameller.
ehadiyet:
birlik.
elem:
dert, üzüntü, kaygı, tasa.
elîm:
çok dert ve keder veren,
çok acı verici, acıklı.
endişe:
düşünce, vesvese, kuşku,
kuruntu, merak, kaygı, keder, gam,
şüphe, korku.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
evham:
vehimler, zanlar, kuşku-
lar, esassız şeyler, kuruntular.
fiil-i rububiyet:
Cenab-ı Hakkın
tedbir, terbiye ve idareye ait işle-
ri.
firak:
ayrılık, ayrılma, hicran.
gaflet:
gafillik, boş bulunma, ihti-
yatsızlık, dikkatsizlik.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
had:
sınır, son.
halk:
yaratma, yaratış.
haşmet:
ihtişam, gösterişlilik, hey-
bet, büyüklük.
hususan:
bilhassa, ayrıca, başka-
ca, hususî olarak.
ibraz:
meydana çıkarma, ortaya
koyma, gösterme.
ilmelyakin:
yakîn ile bilme, bir
şeyi ilim ve delil ile kesin olarak
bilme, tanıma, kabul etme; aksi
mümkün olmayan açık, kesin ve
sağlam bilgi.
iman:
Allah’a ve İslâmın gerekli
olan esaslarına inanma.
inbisat:
yayılma, açılma, genleş-
me.
iştirak:
ortak olma, ortaklık et-
me.
kıymettar:
kıymetli, değerli, pa-
halı.
kudret:
güç, kuvvet, takat, ikti-
dar.
mağlûbiyet:
yenilme, yenilgi, bo-
yun eğme, bir kuvvetlinin idaresi
altında bulunuş.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılanlar.
meftun:
Gönül vermiş, vur-
gun, müptelâ, düşkün, tutkun.
mensubiyet:
mensupluk, ilgili
olmak, bağlı oluş, alâkalı bu-
lunuş.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar, yaratılmış
şeylerin tamamı, kâinat.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah ta-
rafından verilip, yalnız pey-
gamberlerin gösterebilecekle-
ri büyük harika işler.
müdahale:
karışma, el atma,
araya girme, sokulma.
müfarakat:
uzaklaşma, ayrıl-
ma, ayrılık.
müracaat:
başvurma, danış-
ma; başvuru.
müteaddit:
çoğalan, çok, bir-
çok, türlü türlü, çeşitli, birden
fazla.
nihayet:
son.
sanat:
ustalık, yapılan güzel
iş, hüner.
şuur-i iman:
iman şuuru.
taallûk:
ilişik, ilgi.
tasarruf-i hallâkıyet:
her şe-
yi yaratan Allah’ın kendi mül-
kündeki tasarrufu, kendi zatı-
na mahsus icraatı.
uhuvvet:
samimî dostluk, dost-
luk, bağlılık, sadakat.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahdet:
birlik, yalnızlık, teklik
bir ve tek olma.
vahşî:
yabanî, yalnız, insan-
dan kaçan, ehlî olmayan.
vesile:
bahane, sebep.
zerre:
pek ufak parça, en kü-
çük parça, çok küçük parça.
zîhayat:
hayat sahibi.
f
ihriST
| 1186 | Şualar
1...,1176,1177,1178,1179,1180,1181,1182,1183,1184,1185 1187,1188,1189,1190,1191,1192,1193,1194,1195,1196,...1581
Powered by FlippingBook