ettikleri gibi; sureten çirkin ve bed görülen mesaip
ve beliyyat ve vefiyat, selâmetin, saadet ve hayatın
aynaları olup, manen hüsün ve cemal ifade ettiğini;
İkinci Sual
: Birinci sualin cevabı umumî surette
şayan-ı kabul olsa, “Madem ki Cemîl-i Mutlak ve
rahîm-i Mutlak olan zat-ı ganî-i Ale’l-Itlak, nasıl
olur ki fertleri ve şahısları musibete, şerre ve çirkin-
liğe müptelâ eder?” sualine karşı, esma-i Hüsnanın
hadsiz ve kayıtsız cilvelerine hadsiz ve kayıtsız bir
meydan açmak için, o küllî kavanin ve âdetullah
düsturlarının umumî kanunlarının şazlarıyla, hem
şerli cüz’î neticeleriyle iptilâ etse de, o cüz’î şerler ve
iptilâlar o kanunların cereyanlarının cüz’î mukteza-
ları olduğu cihetle, elbette küllî maslahatlara medar
olan o kanunları muhafaza ve icabına riayet etmek
o kanunların muktezaları olmakla beraber, o cüz’î
elîm neticelere karşı dahi Hâlık-ı zülcemal Hazret-
leri imdadat-ı hassa-i rahmaniyesiyle ve ihsanat-ı
hususiye-i rabbaniyesiyle mesaibe giriftar olanların
istigaselerine yetiştiğini ve Fail-i Muhtar olduğunu
gösterdiğini etraflı delâil-i mesrude ve hüccet-i kàtıa
ile ispat edip, cüz’î insaf ve imanı olan insanları da-
hi teslimiyete mecbur eder.
Üçüncü Al âme t ve Hücce t
: lâyetenâhi bir
sikke-i tevhid,
(1)
o
ór
ªn
?r
G o
¬n
dn
h o
? r
?o
Ÿr
G o
¬n
d
kelimeleriyledir.
[evet, bu kelimeler] cüz’î olsun küllî olsun, zerrattan
âdetullah:
Allah’ın tabiata koydu-
ğu yaratılışa ait kanunlar.
alâmet:
iz, belirti, işaret, nişan.
bed:
fena, kötü, çirkin, yaramaz.
beliyyat:
belâlar, felâketler, ke-
derler, tasalar.
cemal:
güzellik, iç ve dış güzelliği.
cereyan:
olma, meydana gelme.
cihet:
yan, yön, taraf.
cilve:
güzel ve hoş bir biçimde
görünme.
cüz’î:
az, parçaya ait olan, pek az;
kıymetsiz, önemsiz, teferruat.
düstur:
kanun, kaide, kural, pren-
sip, esas.
elîm:
şiddetli.
Esma-i Hüsna:
Allah’ın adları, Al-
lah’ın doksan dokuz güzel ismi.
Fail-i Muhtar:
istediğini yapan,
kendi iradesiyle faaliyette bulu-
nan, hakikî müessir.
fert:
şahıs, kişi.
giriftar:
tutulmuş, yakalanmış.
had:
sınır, son.
hazret:
saygı, ululama, yüceltme,
övme maksadıyla kullanılan ta-
bir.
hüccet:
delil, ispat, bürhan; bir id-
dianın doğruluğunu ispat için gös-
terilen vesika, senet.
hüccet-i kàtıa:
kat’î delil, kesin
delil, hiç bir şüpheye mahal bı-
rakmayan delil.
hüsün:
güzellik.
icap:
gerekme hâli, lâzım, gerekli,
lüzum.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
insaf:
hakkı kabul edip söyleme.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma, doğruyu
delillerle gösterme.
istigase:
medet umma, yardım is-
teme.
kavanin:
kanunlar, yasalar.
küllî:
çok, büyük, çok miktarda.
lâyetenâhi:
sonsuz, sonu bulun-
maz, nihayetsiz.
manen:
iç varlık bakımından, duy-
guca, gönülce, yürekçe, ruhça, ma-
na itibarıyla, manaca.
maslahat:
ehemmiyetli iş, yerine
göre icap eden iş, davranış.
medar:
sebep, vesile.
mesaip:
felâketler.
muhafaza:
koruma, saklama.
mukteza:
iktiza eden, gere-
ken, lâzım gelen, icap eden,
gerekli olan.
musibet:
felâket, belâ, ansı-
zın gelen belâ, dert, sıkıntı.
müptelâ:
düşkün, bir şeye
düşkün ve tutulmuş olan.
netice:
sonuç.
rahîm-i Mutlak:
sonsuz ve
rahîmiyeti kayda, şarta bağlı
olmayan merhamet sahibi olan
Allah.
riayet:
uyma, tâbi olma.
saadet:
mutluluk.
selâmet:
kurtuluş, halâs.
sikke-i tevhid:
birlik mührü,
bir oluş damgası.
sual:
soru.
suret:
şekil.
sureten:
suret olarak, görü-
nüş itibarıyla, şekilce, şekil ola-
rak.
şahıs:
kişi, kimse, fert.
şer:
kötülük.
teslimiyet:
teslim olma, tes-
lim oluş, boyun eğiş.
umumî:
umuma ait, umumla
ilgili, herkesle alâkalı, herkese
ait.
vefiyat:
ölümler, vefatlar.
zerrat:
zerreler, çok ufak par-
çalar, moleküller, atomlar.
1.
Mülk Onundur ve ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Ona mahsus-
tur.
f
ihriST
| 1176 | Şualar