fiilen bilen ve kaydeden ve bu küçücük ve âciz-i
mutlak nev-i insanı kendine dost ve muhatap edip
bütün mahlûkat üstünde bir makam veren bir ka-
dîr-i Mutlak’ın hadsiz kudretiyle ve insana nihayet-
siz inayet ve ehemmiyet vermesiyle olabilir diye dü-
şünüp, bu iki noktada yani böyle bir kudretin faali-
yetini ve zahiren bu ehemmiyetsiz insanın hakikatli
ehemmiyeti hakkında imanın inkişafını ve kalbin it-
minanını veren bir izah istedim. Yine bu ayete mü-
racaat ettim. dedi ki: “
(1)
Én
æo
Ñ° r
ùn
M
’daki
(2)
Én
f
’ya dik-
kat et, bak.. senin ile beraber lisan-ı hâl ve lisan-ı
kàl ile
Én
æo
Ñ° r
ùn
M
‘yı kimler söylüyorlar, dinle!” emretti.
Birden baktım ki, hadsiz kuşlar ve kuşçuklar olan si-
nekler ve hesapsız hayvanlar ve nihayetsiz nebatlar
ve gayetsiz ağaçlar dahi, benim gibi lisan-ı hâl ile
(3)
o
?«/
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æo
Ñ° r
ùn
M
‘in manasını yâd ediyorlar
ve bütün şerait-i hayatiyelerini tekeffül eden öyle bir
vekilleri var ki, birbirine benzeyen ve maddeleri bir
olan yumurtalar ve birbirinin misli gibi katrelerden
ve birbirinin aynı gibi habbelerden ve birbirine mü-
şabih çekirdeklerden kuşların yüz bin çeşitlerini ve
hayvanların yüz bin tarzlarını, nebatatın yüz bin
nev’ini, ağaçların yüz bin sınıfını yanlışsız, noksan-
sız, iltibassız, süslü ve mizanlı ve intizamlı, birbirin-
den ayrı, farikalı bir surette gözümüz önünde, husu-
san her baharda gayet çabuk, gayet kolay, gayet
Şualar | 1185 |
f
ihriST
itminan:
emniyet içinde olma, hu-
zur bulma.
izah:
açıkça ortaya koyma, açık-
lama yapma, bir konuyu ayrıntı-
larıyla ortaya koyma, eksiksiz an-
latma.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
katre:
damla.
kudret:
güç, kuvvet, takat, ikti-
dar.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
lisan-ı kàl:
söz ile anlatılan mana,
konuşma dili.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılanlar.
makam:
değer, mevki, görev.
mizan:
ölçü.
muhatap:
hitap olunan, kendisi-
ne söz söylenilen, konuşulan kim-
se.
müracaat:
başvurma, danışma;
başvuru.
müşabih:
benzeyen, benzer, ara-
larında benzerlik bulunan şeyler-
den her biri.
nebat:
topraktan biten, yetişen
her türlü şey, bitki.
nebatat:
bitkiler.
nev-i insan:
insan çeşidi, insan
cinsi, insanoğlu.
nevi:
türlü, çeşit.
nihayet:
son.
suret:
tarz, şekil, biçim.
şerait-i hayat:
hayat şartları.
tekeffül:
birine kefil olma, kefalet
etme, kefalet verme.
vekil:
bir vazifeyi geçici olarak
idare eden, asıl vazifelinin yerine
çalışan.
yâd:
hatırlama, anma, hatıra ge-
tirme.
zahiren:
görünüşte, görünüşe gö-
re, meydanda olarak.
âciz-i mutlak:
tam âciz, her
bakımdan güçsüz, zayıf.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si, Kur’ân’ın surelerini oluştu-
ran İlâhî söz.
ehemmiyet:
önem.
faaliyet:
durmadan çok çalış-
ma, hareket, gayret.
farika:
fark eden, ayıran.
fiilen:
iş hâlinde, yaparak, iş-
leyerek.
gayet:
gayetsiz:
nihayetsiz, sonsuz.
habbe:
tane.
had:
sınır, son.
hakikat:
gerçek.
hususan:
bilhassa, ayrıca, baş-
kaca, hususî olarak.
iltibas:
birbirine benzeyen şey-
leri şaşırıp karıştırma, birisini
öteki zannetme.
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma,
görülme, açığa çıkma, mey-
dana çıkma.
intizam:
düzgün olma, düz-
gün dizilme, düzgünlük, ter-
tipli olma.
1.
Bize yeter.
2.
Bize.
3.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)