Şualar - page 1188

Bu hakikat dört mesele ile beyan edilmiştir. ölü
olmayanlar veyahut diri olmak isteyenler hayatın
mahiyetini ve hakikatini ve hakikî hukukunu o dört
mesele içinde arasınlar, bulsunlar ve dirilsinler. Bu
hakikatin hülâsası şudur ki:
Hayat zat-ı Hayy-ı kayyum’a baktıkça ve iman
dahi hayata hayat ve ruh oldukça, hem beka bulur,
hem bâkî meyveler verir. Hem öyle yükseklenir ki,
sermediyet cilvesini alır; daha ömrün kısa ve uzun-
luğuna bakılmaz.
alTıNCı MErTEBE-İ NurİYE-İ HaSBİYE
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
119
Müfarakat-i umumiye hengâmı olan harab-ı dün-
yadan haber veren ahirzaman hâdisatı içinde müfa-
rakat-i hususiyemi ihtar eden ihtiyarlık ve ahir öm-
rümde bir hassasiyet-i fevkalâde ile fıtratımdaki ce-
malperestlik ve güzellik sevdası ve kemalâta meftu-
niyet hisleri inkişaf ettikleri bir zamanda daimî tah-
ribatçı olan zeval ve fenâ ve mütemadî tefrik edici
olan mevt ve adem, dehşetli bir surette bu güzel
dünyayı ve bu güzel mahlûkatı hırpaladığını, parça
parça edip güzelliklerini bozduğunu fevkalâde bir
şuur ve teessürle gördüm. Fıtratımdaki aşk-ı mecazî
bu hâle karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zaman-
da bir medar-ı teselli bulmak için yine bu Ayet-i
Hasbiyeye müracaat ettim. dedi: “Beni oku ve dik-
katle manama bak!” Ben de, sure-i nur’daki
(1)
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äG n
ƒ'
ª°s
ùdG o
Qƒ o
f *n
G
ilâahir ayetinin rasatha-
nesine girip, imanın dürbünüyle Ayet-i Hasbiyenin
adem:
yokluk.
ahirzaman:
dünyanın son zama-
nı ve son devresi, dünya hayatı-
nın kıyamete yakın son devresi.
ahir:
son.
aşk-ı mecazî:
mecazî aşk, nefis
ve şehvet üzerine bina edilmiş
aşk.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi,
Kur’ân’ın surelerini oluşturan İlâhî
söz.
bâkî:
ebedî, daimî, sonu gelmez,
bitip tükenmez, ölmez, sonsuz.
beka:
ebedî hayata ulaşma.
beyan:
anlatma, açık söyleme, bil-
dirme, izah.
cemalperest:
güzelliği seven, gü-
zellik düşkünü.
cilve:
güzel ve hoş bir biçimde
görünme.
daimî:
sürekli, devamlı.
dehşet:
büyük korku hâli, kork-
ma, ürkme.
fenâ:
yok olma, yokluk, geçip git-
me, son bulma, ölümlülük.
fevkalâde:
alışılmıştan farklı, ola-
ğanüstü, normalin üstünde.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
galeyan:
coşma, çalkalanma, kay-
nama.
hâdisat:
yeni olan şeyler, hâdise-
ler, olaylar.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek, sahici.
harab-ı dünya:
dünyanın yıkılma-
sı.
hengâm:
zaman, devir, çağ, sıra,
vakit.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, temel
kısmı.
ihtar:
hatırlatma, bir konuda ha-
tırlatma yapma.
ilâahir:
sona kadar, sonuna ka-
dar.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma, gö-
rülme, açığa çıkma, meydana çık-
ma.
isyan:
başkaldırma, itaatsizlik, ser-
keşlik, emre karşı gelip ayaklan-
ma.
kâfî:
yeter, yeterli.
kemalât:
faziletler, iyilikler, ke-
maller, olgunluklar, mükemmel-
likler.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ha-
kikati, iç yüzü, bir şeyi tayin eden
aslî unsur, neden ibaret olduğu,
nitelik.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılan-
lar.
medar-ı teselli:
ferahlık se-
bebi, teselli kaynağı.
meftuniyet:
meftun olma hâ-
li, tutkunluk, düşkünlük, vur-
gunluk.
mesele:
konu.
mevt:
ölüm, vefat.
müracaat:
başvurma, danış-
ma; başvuru.
mütemadî:
uzayan, süren, sü-
rekli, devamlı.
rasathane:
gözlem evi, rasat
yapılan yer.
sermediyet:
daimîlik, sürekli-
lik, sonsuzluk, ebedîlik.
sevda:
şiddetli aşk, güçlü sev-
gi.
suret:
şekil.
şuur:
bir şeyi anlama, tanıma
ve kavrama gücü; anlayış, id-
rak.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
teessür:
tesir altında kalma,
etkilenme.
tefrik:
birbirinden ayırma, seç-
me, ayırdetme, ayrı tutma.
Zat-ı Hayy-ı Kayyum:
varlığı,
diriliği her an için olup gökleri
ve yerleri her an için tutan;
her şeye, her hususta iktidarı
yeten zat, Allah.
zeval:
zail olma, sona erme,
yok olma.
1.
Allah göklerin ve yerin nurudur. (Nur suresi: 35.)
f
ihriST
| 1188 | Şualar
1...,1178,1179,1180,1181,1182,1183,1184,1185,1186,1187 1189,1190,1191,1192,1193,1194,1195,1196,1197,1198,...1581
Powered by FlippingBook