Şualar - page 1183

bir cilvesinin mahiyetimde bir gölgesi bulunduğun-
dan, fıtratımda o kâmil-i Mutlak’ın varlığına ve
kemaline ve bekasına müteveccih olan muhabbet-i
fıtriye gaflet yüzünden yolunu şaşırmış, gölgeye ya-
pışmış, âyinenin bekasına aşık olmuştu.
(1)
o
?«/
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æo
Ñ° r
ùn
M
ayeti geldi, perdeyi kaldırdı.
gördüm ve hissettim ve hakkalyakin zevk ettim ki:
Bekanın lezzet ve saadeti, aynen ve daha mükem-
mel bir tarzda Bâkî-i zülkemal’in bekasına ve benim
rabbim ve İlâhım olduğuna, tasdik ve imanımda ve
iz’anımda vardır. Bunun edillesi, zevi’l-ehassı hay-
rette bırakacak gayet derin ve dakik on iki “hem,
hem”ler ile risale-i Hasbiyede beyan edilmiştir.
İKİNCİ MErTEBE-İ NurİYE-İ HaSBİYE
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
105
Fıtratımdaki hadsiz aczimle beraber, ihtiyarlık ve
gurbet ve kimsesizlik ve tecridim içinde ehl-i dünya
desiseleriyle, casuslarıyla bana hücum ettikleri hen-
gâmda kalben dedim: “elleri bağlı zayıf ve hasta bir
tek adama ordular taarruz ediyor. Benim için bir
nokta-i istinat yok mu?” diye
o
?«/
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æo
Ñ° r
ùn
M
ayetine müracaat ettim. Bana bu ayet bildirdi ki: İn-
tisab-ı imanî vesikasıyla kadîr-i Mutlak olan öyle bir
sultana intisap edersin ki, zemin yüzünde her ba-
harda dört yüz bin milletten mürekkep nebatat ve
hayvanat ordularının bütün ihazatlarını kemal-i inti-
zamla vermekle beraber, başta insan olarak hayva-
natın muazzam ordusunun bütün erzaklarını, değil
Şualar | 1183 |
f
ihriST
lığından geçerek sırf Allah’ı müşa-
hede etmesi, bütün varlığında onu
yaşaması hâli.
hayvanat:
hayvanlar.
hengâm:
zaman, devir, çağ, sıra,
vakit.
his:
anlama, sezme, idrak.
İlâh:
İslâm geleneğinde hakikî ma-
bud olan Allah.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
intisap:
mensup olma, bağlanma,
bir kimseye mensupluk.
iz’an:
basiret, feraset, anlayış, kav-
rayış, akıl, zekâ.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
kalben:
kalp ile, kalpten, samimî,
içten, gönülden, yürekten, kendi
kendine, can ü gönülden.
Kâmil-i Mutlak:
tam, noksansız,
eksiksiz, tam mükemmel.
kemal:
mükemmellik.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmel oluşu, tam ve eksiksiz
düzen.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ha-
kikati, iç yüzü, bir şeyi tayin eden
aslî unsur, neden ibaret olduğu,
nitelik.
millet:
benzer özellikleri olan top-
luluk.
muazzam:
ulu, muhteşem.
muhabbet-i fıtrîye:
fıtrata ait sev-
gi, yaratılıştan var olan sevgi.
müracaat:
başvurma, danışma;
başvuru.
mürekkep:
terkip edilmiş, iki ve-
ya daha çok şeyin karışmasından
meydana gelen, birleşmiş, birle-
şik.
müteveccih:
yönelmiş.
nebatat:
bitkiler.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
risale-i Hasbiye:
Hasbünallahü ve
ni’me’l-vekîl” ayetinin sırlarını ve
mertebelerini anlatan risale.
saadet:
mutluluk.
Sultan:
mutlak iktidar sahibi olan;
Allah.
taarruz:
bir şeyin ve kimsenin
üzerine şiddetle saldırma.
tasdik:
doğruluğunu kabul etme,
doğrulama, gerçekliğini kabul et-
me.
tecrit:
bir kişinin başka bir insan
veya nesneyle olan ilişkisini kes-
me.
vesika:
inanılacak, dayanılacak,
güvenilecek sağlam delil, hüccet,
belge.
zemin:
yeryüzü.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âşık:
birine, bir şeye tutkun,
çok aşırı seven, şiddetli mu-
habbet besleyen.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si, Kur’ân’ın surelerini oluştu-
ran İlâhî söz.
âyine:
ayna, mir’at.
Bâkî-i Zülkemal:
bâkî ve ke-
mal sahibi olan Allah.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonu
olmama, bulunduğu hâlde kal-
ma.
beyan:
anlatma, söyleme, bil-
dirme, izah.
casus:
hafiye, gizli haberleri
öğrenerek veya sırları çöze-
rek haber veren çaşıt.
cilve:
güzel ve hoş bir biçim-
de görünme.
dakik:
dikkatli, ölçülü davra-
nan kimse.
desise:
hile, oyun, aldatmaca,
düzen, entrika, dolap.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
dünya adamı, ahireti düşün-
meyen.
erzak:
yiyecek, içecek; yeni-
lecek, içilecek şeyler, azıklar.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
gaflet:
gafillik, boş bulunma,
ihtiyatsızlık, dikkatsizlik.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
had:
sınır, son.
hakkalyakin:
kulun kendi var-
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
1...,1173,1174,1175,1176,1177,1178,1179,1180,1181,1182 1184,1185,1186,1187,1188,1189,1190,1191,1192,1193,...1581
Powered by FlippingBook