Beşinci Fıkrada
, geçen şahadet gibi, dağlar, zel-
zele tesiratından zeminin muhafaza ve sükûnetine
ve içindeki inkılâbat fırtınalarından selâmetine ve
denizlerin istilâsından halâsına, hem havanın muzır
gazlarından tasaffisine ve suların iddiharına ve zîha-
yatlara lâzım maddelerin hazinedarlığına ettiği hiz-
metler ve hikmetler ile Vacibü’l-Vücud’un vücuduna
ve vahdetine şahadet ettiğini;
Altıncı Fıkrada
, geçen deliller gibi, zemindeki
ağaçların ve nebatatın, yapraklar, çiçekler ve mey-
velerin cezbedarâne hareket-i zikriyeleri ve kemal-i
sühuletle giydirilen cihazat ve ziynetleri, bilbedahe
Vücub-i Vücud ve Vahdet-i Bârî’ye delâlet ettiğini;
Yedinci Fıkrada
, keza zîruhun ve hususan nev-i
beşerin cisimlerinde mevcut ve muntazam saatler
ve makineler gibi işleyen ve işlettirilen dâhilî ve ha-
ricî aza ve cevarih ve bilhassa havâss-ı hamse-i za-
hire gibi kemal-i faaliyetle iş gören duygularıyla vah-
daniyeti ispat ettiğini;
Sekizinci Fıkrada
, kâinatın hülâsası olan insan ve
insanın zübdesi olan enbiya ve evliya ve asfiyanın
hülâsaları olan kalblerinin ve akıllarının müşahedat
ve keşfiyat ve ilhamat ve istihracatıyla yüzler icma
ve tevatür kuvvetinde ve kat’iyetinde vücub-i vücut
ve vahdet-i İlâhiyeye şahadet ettiklerini kemal-i vu-
zuh ile beyan ve tahaccür etmiş kalbleri ıslah, hem
asfiya:
safiyet, kemalât ve takva
sahibi olan, Hz. Peygamberin (a.s.m.)
vârisi hükmünde, onun meslek ve
gayelerini hayata geçirmeye ve
tatbike çalışan âlim zatlar.
aza:
uzuvlar, parçalar.
beyan:
anlatma, açık söyleme, bil-
dirme, izah.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
bilhassa:
her şeyden önce, başta,
hele, en çok, hususan, hususî ola-
rak, özellikle, mahsus.
cevarih:
el, ayak gibi organlar.
cezbedarâne:
cezbeye tutulmuş
gibi, Allah sevgisi ile kendinden
geçerek.
cihazat:
cihazlar, kendilerine ihti-
yaç duyulan maddî manevî alet-
ler, lüzumlu aletler, azalar, organ-
lar.
delâlet:
delil olma, gösterme.
delil:
kanıt.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
evliya:
keramet sahibi olanlar,
erenler, velîler, ulular.
fıkra:
kısa yazı.
halâs:
kurtulma, kurtuluş, selâ-
mete erme.
haricî:
dışarıya ait, içeriye ait ol-
mayan, dışla ilgili.
havâss-ı hamse-i zahire:
görü-
nen, bilinen beş duyu: tatma, gör-
me, işitme, koklama, dokunma.
hazinedar:
hazine bekçisi.
hikmet:
gaye, amaç.
hususan:
bilhassa, ayrıca, başka-
ca, hususî olarak.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, temel
kısmı.
ıslah:
iyi bir hâle koyma, iyi duru-
ma getirme, iyileştirme, düzelt-
me.
icma:
bir konu üzerinde fikir birli-
ğine varma, fikir birliği.
iddihar:
biriktirme, toplama, yığ-
ma.
ilhamat:
ilhamlar, gönle doğma-
lar, kalbe gelmeler.
inkılâbat:
inkılâplar, değişmeler.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma, doğruyu
delillerle gösterme.
istihracat:
istihraçlar.
istilâ:
kaplama.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kemal-i sühulet:
kolaylığın
son derecesi, tam bir kolaylık.
keşfiyat:
keşifler, bulup mey-
dana çıkarılan şeyler, yeni bu-
lunan şeyler.
muhafaza:
koruma, saklama.
muntazam:
düzenli ve düz-
gün bir biçimde.
muzır:
zararlı.
müşahedat:
gözle görülen şey-
ler, müşahede edilen şeyler,
meşhudat.
nebatat:
bitkiler.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan
soyu; insanlar.
selâmet:
kurtulma, selâmete
çıkma.
sükûnet:
sakinlik, sessizlik.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
tahaccür:
taşlaşma, taş olma,
taş gibi katılaşma, taş kesil-
me.
tasaffi:
saflaşma, durulaşma,
temizlenme.
tesirat:
etkiler, tesirler.
tevatür:
sağlam bilgi, doğru
haber.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı, Allah’ın bir oluşu.
vahdet:
birlik, yalnızlık, teklik
bir ve tek olma.
vuzuh:
kolay anlaşılırlık, ifade
açıklığı.
vücut:
var olma, var oluş, var-
lık.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zemin:
yer.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı,
hayattar.
ziynet:
süs, bezek.
zübde:
bir şeyin en mühim
kısmı, bir şeyin özü, seçkin
kısmı.
f
ihriST
| 1180 | Şualar