olan nev-i insan “kendisini bilmekle rabbisini bilir”
ferman-ı nebevîsi, tam şu zamanda dertlere der-
man olacak bir tertipte tastir edilmiştir. nev-i beşer,
sebeb-i hilkatiyle, hem sair zîruhların fevkinde akıl,
vicdan, kalb ve ruh gibi mühim teçhizatla küre-i ar-
za sultan olduğu hâlde, bazı insan suretini takınan
akrepler, zat-ı Bârî hakkındaki küfr-i mutlaklarıyla o
kadar çıfıtlık gösteriyorlar ki, âdeta bütün kâinatı ve
bilhassa kendi vücutlarını inkâr ediyorlar. Bu gibi
mehlek ve sakametli bir uçurumdan gidenlere, ga-
yet müstakim bir yol ve son derece şavklı bir cadde;
ve bâkî bir hayata ve saadete mazhar olmak isteyen
ashab-ı şuur, şu Meyveden müstefit olmakla, ebedî
bir hayat kazanabilir.
Üçüncü Meyve:
Mahlûkattan zîşuur olan insana
bakar. der ki: “ey âdemoğlu! sen mahlûkatın en
nazenin ve pek mükerrem ve mükemmelisin. Çok
mes’ut ve mümtaz olmak, tâ ebede kadar elini ye-
tiştirmek ve temin-i istikbal-i ebedî etmek ve Hâlık-ı
Âlem’in muhatabı, hem dostu olmak istersen zat-ı
ehad ve samed olan Cenab-ı rabbülâlemîn Hazret-
lerine tevhid ile tam i’tisam eyle. Ve illâ zîhayat ve
zîşuur içindeki imtiyazın kemal ve saltanatın badihe-
va olup, mahlûkatın pek bedbahtı ve mevcudatın
çok sefili ve hayvanatın en bîçaresi ve zîşuurun en
hüzünlü ve gamlı ve elemlisi ve azaplısı olacağını,
delâil-i akliye ve nakliye ve kat’iye ile tefhim ediyor.
ashab-ı şuur:
şuurlu kimseler, ken-
di iç âleminde ve etrafında olup
bitenlerin farkında olan kimseler.
azap:
büyük sıkıntı, şiddetli acı.
bâkî:
sürekli kalıcı olan.
bedbaht:
mutsuz, üzüntülü, za-
vallı.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
bilhassa:
özellikle.
çıfıtlık:
münafıklık.
delâil-i akliye ve nakliye ve
kat’iye:
aklî, akla ait ve naklî, söy-
lenmiş kaynaklarda belirtilmiş ve
kesinleşmiş deliller.
derman:
çare.
ebed:
sonu olmayan gelecek za-
man, sonsuzluk, daimîlik.
ebedî:
ebede mensup, zevalsiz,
sonu olmayan, sürekli, hiç son
bulmayacak şekilde süren.
elem:
dert, üzüntü, kaygı, tasa.
ferman-ı Nebevî:
Peygamber Efen-
dimizin (a.s.m.) buyruğu, hadis-i
şerif.
fevk:
üst, üst taraf, yukarı, üzeri.
gam:
sıkıntı, keder.
Hâlık-ı Âlem:
âlemin yaratıcısı,
bütün âlemi yaratan, Allah.
hayvanat:
hayvanlar.
hazret:
saygı, ululama, yüceltme,
övme maksadıyla kullanılan ta-
bir.
hüzün:
keder, tasa, gam.
i’tisam:
sarılma, yapışma.
imtiyaz:
fark, ayrıcalık, üstünlük.
kat’î:
kesin.
kemal:
fazilet, erdem, bilgi.
küfr-i mutlak:
kayıtsız şartsız kü-
für, mutlak küfür, hiç bir imanî
hükmü, delili, hakikati kabul et-
meme, kesin ve tam bir inkâr.
küre-i arz:
arz küresi, yer yuvar-
lağı, dünya, yer küre.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılanlar.
mazhar:
sahip olmuş, erişmiş.
mes’ut:
saadetli, bahtlı, bahtiyar,
kutlu.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar, yaratılmış şey-
lerin tamamı, kâinat.
muhatap:
hitap olunan, kendisi-
ne söz söylenilen, konuşulan kim-
se.
mükerrem:
aziz, saygıdeğer, muh-
terem.
mümtaz:
meziyetleriyle başkala-
rından ayrılan, seçkin.
müstakim:
doğru, düz, düzgün.
müstefit:
istifade eden, faydala-
nan, kazanan.
nazenin:
nazikçesine.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan so-
yu; insanlar.
nev-i insan:
insan çeşidi, in-
san cinsi, insanoğlu.
rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
diği nimetlerle mahlûkatı ıs-
lah ve terbiye eden Allah.
saadet:
mutluluk.
sair:
diğer, başka, gayri, öteki.
sakamet:
bozukluk, sakatlık.
saltanat:
sultanlık, padişahlık,
hükümdarlık.
Samed:
ihtiyaçlar için kendi-
sine yönelinen, her şey ken-
disine muhtaç olduğu halde,
kimseye ve hiçbir şeye muh-
taç olmayan, her şeyin varlığı
ve bekası kendisine bağlı bu-
lunan Allah.
sebeb-i hilkat:
yaratılış sebe-
bi, yaratılış nedeni.
sefil:
sefalet çeken, aşırı yok-
sul olan, yoksul, düşkün.
sultan:
padişah, hükümdar.
suret:
biçim, görünüş.
şavk:
gönül arzusu, iştiyak, ar-
zuışık, parıltı.
tastir:
yazı yazma, satırlar mey-
dana getirme, satır dizme.
tefhim:
bildirme, anlatma, ifa-
de etme.
tertip:
usul, nizam, tarz.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, Allah’ın varlığını, bir-
liğini, dengi ve ortağı bulun-
madığını kabul etme.
vicdan:
his, duygu.
Zat-ı Bârî:
yaratan, yaratıcı zat,
Cenab-ı Allah.
Zat-ı Ehad:
tek ve hiçbir şeye
muhtaç olmayan zat, Allah.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı,
hayattar.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
f
ihriST
| 1172 | Şualar