“elhamdülillâh” lâm-ı istiğrakla işaret ettiği umum
hamdlerle hamd edilmesi lâzım olan nimetlerden birisi
de, rahmaniyet nimetidir.
evet, rahmaniyet, zevi’l-hayattan rahmete mazhar
olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir. Çünkü,
bilhassa insan, her bir zîhayatla alâkadardır. Bu itibarla
insan her zîhayatın saadetiyle saidleşir ve elemleriyle
müteessir olur. öyle ise, herhangi bir fertte bulunan bir
nimet, arkadaşlarına da bir nimettir.
Ve keza, validelerin şefkatleriyle nimetlenen çocukla-
rın sayısınca nimetleri tazammun edip ona göre hamd-
lere, senalara kesb-i istihkak edenlerden birisi de rahîmi-
yettir.
evet, annesiz aç bir çocuğun ağlamasından müteessir
ve acıyan bir vicdan sahibi, elbette validelerin çocukları-
na olan şefkatlerinden zevk alır, memnun ve mahzuz
olur. İşte, bu gibi zevkler birer nimettir, hamd ve şükür-
ler ister.
Ve keza, kâinatta mündemiç hikmetlerin bütün enva
ve efradı adedince hamd ve şükürleri iktiza edenlerden
birisi de hakîmiyettir. zira insanın nefsi, rahmaniyetin
cilveleriyle, kalbi de rahîmiyetin tecelliyatıyla nimetlen-
dikleri gibi, insanın aklı da hakîmiyetin letaifiyle zevk alır,
telezzüz eder. İşte, bu itibarla ağız dolusu ile “elhamdü-
lillâh” söylemekle hamdüsenaları istilzam eder.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebet-
li, bağlı.
bilhassa:
özellikle.
cilve:
tecelli, görüntü.
efrat:
fertler.
elem:
dert, üzüntü, maddî-mane-
vî ıztırap.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, hamd Allah’a aittir.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
hakîmiyet:
hikmetlilik, faydalılık,
güzel gayelilik.
hamdüsena:
şükür ve övgü.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek bildir-
me.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
iktiza:
lazım gelme, gerekme.
istilzam:
gerektirme.
itibar:
değer.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kesb-i istihkak:
hak etme, hak
kazanma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
lâm-ı istiğrâk:
istiğrak lâmı, Arabca
asıllı isimlerin başına gelerek on-
ları belirli yapan lâm, el takısı.
letaif:
güzellikler, incelikler.
mahzûz:
hazzetmiş, hoşlanmış,
hoşnut olmuş, sevinmiş.
mazhar:
bir şeyin çıktığı görün-
düğü yer; nail olma, şereflen-
me.
mündemiç:
bir şeyin içinde
bulunan, saklı olan.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
nefis:
kendi, şahıs.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rahîmiyet:
merhamet edici-
lik.
rahmaniyet:
Cenab-ı Hakkın
kullarını beslemesi, koruması
ve merhamet etmesi vasfı.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
saadet:
mutluluk.
saîd:
saadete eren, Allah’ın rı-
zasına ve ahiret mutluluğuna
kavuşan, mutlu, mesut.
senâ:
methetme, övme.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
şükür:
Allah’ın nimetlerine kar-
şı memnunluk gösterme, ge-
rek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tecelliyat:
tecelliler, görüntü-
ler.
telezzüz:
lezzet, tad alma, hoş-
lanma, hoşa gitme.
umum:
bütün.
valide:
ana, anne.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik
etmekten lezeet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.
zevi’l-hayat:
hayat sahipleri,
canlılar.
zîhayat:
hayat sahibi.
zira:
çünkü, ondan ki, şundan,
şu sebepten ki, onun için.
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
| 1166 | Şualar