Şualar - page 1160

yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, teessüründen çıldı-
racak bir hale gelir.
Fakat iman nazarıyla bakan bir mü’min, insanların o
cihete gidişleri, seyahatleri adem âlemine değil, göçebe-
ler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fânî
menzilden bâkî menzile, hizmet çiftliğinden ücret daire-
sine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine
göç etmek olup, adem âlemine gitmek değil diye, bu ci-
heti memnuniyetle karşılar. Fakat, yol esnasında ölüm,
kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadet-
lerdir. Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer
ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesi-
dir. Meselâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saade-
te, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve zeliha’nın
iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nail olmuştur.
Ve keza, rahm-ı maderden dünyaya gelen çocuk, ma-
hut tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya
saadetine nail oluyor.
Arka Cihet
: Yani geride gelenlere felsefe nazarıyla
bakılsa, “Yahu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve ni-
çin dünya memleketine gelmişlerdir?” diye edilen suale
bir cevap alınamadığından, tabiî, hayret ve tereddüt aza-
bı içinde kalınır.
Fakat nur-i iman gözlüğü ile bakarsa, insanların kâinat
sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin mu’cizelerini
görmek ve mütalâa etmek için sultan-ı ezelî tarafından
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adem:
yokluk.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
azap:
ceza, büyük sıkıntı, şiddetli
acı.
aziz:
.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalı-
cı olan.
cihet:
yön.
fânî:
ölümlü, geçici.
felâket:
musibet, büyük dert, be-
la.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımından incele-
yen ilim.
garip:
tuhaf, şaşılacak.
iftira:
aslı olmadan birine suç yük-
leme, olmayan bir suçu başkası-
na yükleme.
iman:
inanç, itikat.
intikal:
bir yerden başka bir yere
geçme, yer değiştirme, göçme.
itibar:
değer.
kabir:
mezar.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
mahut:
belli olan, bilinen.
memnuniyet:
memnunluk, se-
vinçli oluş.
menzil:
yer, konak.
meselâ:
örneğin.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı, güç-
lük, zorluk.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların aciz kaldığı şey.
mü’min:
iman eden, inanan.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca dü-
şünme, tetkik etme.
nail:
kavuşan, ulaşan, eren.
nazar:
bakış, fikir.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
nur-i iman:
iman nuru, Al-
lah’ın varlığına, yaratıcılığına
inanmadaki gönül, kalp ve fi-
kir aydınlığı.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
rahm-ı mader:
anne rahmi.
saadet:
mutluluk.
sual:
soru.
Sultan-ı Ezelî:
ezelî sultan;
kudret, kuvvet ve hükümran-
lığının başlangıcı olmayan Al-
lah.
tabiî:
tabiatı gereği olan.
teessür:
kederlenme, üzülme,
acı duyma.
tereddüt:
kararsızlık, şüphe-
de kalma.
teşhir:
ilan etme, herkese du-
yurma; sergileme.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
a
| 1160 | Şualar
1...,1150,1151,1152,1153,1154,1155,1156,1157,1158,1159 1161,1162,1163,1164,1165,1166,1167,1168,1169,1170,...1581
Powered by FlippingBook