Şualar - page 1155

şahit gösterip
Celcelûtiye’
yi bir hazine-i ulûm ve bir defi-
ne-i ilmiyedir diye bihakkın methüsena edebilir.
Üçüncüsü
: Malûmdur ki, bazen gayet küçük bir ema-
re, bazı şerait dâhilinde gayet kuvvetli bir delil hükmüne
geçer, yakin derecesinde kanaat verir. Bana böyle kana-
at veren çok misallerinden yalnız sabık beyan ettiğim bir
tek misal bana kâfi geliyor. Şöyle ki:
Hazret-i İmam-ı Ali (
rA
)
p
Qƒt
ædG o
êGn
ôp
°S o
OÉn
?o
J
fıkrasıyla risa-
le-i nur’u tarihiyle ve ismiyle ve mahiyetiyle ve esaslarıy-
la ve hizmetiyle ve vazifesiyle gösterdikten sonra, sürya-
nîce isimleri tadat ederek münacat eder. otuz iki veya
otuz üç adet isimlerde iki defa
Én
gn
ór
©n
H
kelimesini tekrar
eder. Biri yirmi yedincide
Én
gn
ór
©n
H m
ñƒo
ªr
jn
Pn
h
diğeri otuz birde
Én
gn
ór
©n
H m
ño
RÉn
Hn
h
der.
İşte risale-i nur’un sözleri otuz üç ve bir cihette otuz
iki ve
Mektubat
namındaki risalelerin dahi bir cihette otuz
iki ve bir cihette otuz üç olup bu münacatla mutabık ol-
ması ve yalnız risale şeklinde iki adet zeyilleri bulunması
ve o zeyillerin birisi Yirmi Yedinci sözün ehemmiyetli
zeyli ve diğeri otuz Birinci sözün kıymettar zeyli olması
ve o iki zeyil risalesinin müstakil mertebe ve numaraları
bulunmaması ve
Én
gn
ór
©n
H
kelimesi dahi aynı yerde, aynı ma-
nada tevafuk etmesi, bana iki kere iki dört eder derece-
sinde kanaat veriyor ki, Hazret-i İmam-ı Ali (
rA
)
Şualar | 1155 |
S
ekizinci
Ş
ua
topluluğu.
şerait:
şartlar.
tadat:
sayma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
vazife:
görev.
yakîn:
kesin bilme, şüpheden sıy-
rılarak son derece doğru ve kuv-
vetli bilme.
zeyl:
ek, bir eserin devamı olarak
yazılan kısım.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
bihakkın:
tamamıyla, hakkıy-
la.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz
Resul-i Ekrem’in (
ASM
) dersleri-
ne istinaden, aslı cifir ve eb-
cet hesabı ile alâkalı olarak Hz.
Ali (
RA
) tarafından telif edilen
Süryanice bir kasidedir.
cihet:
yön.
dahil:
iç, içerisi.
define-i ilmiye:
ilim hazinesi.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, burhan.
ehemmiyetli:
önemli.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
gayet:
son derece.
hazine-i ulûm:
ilimler hazine-
si.
hükmüne:
yerine, değerine.
kâfî:
yeter, elverir.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
tabiatı, niteliği.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
medh ü sena:
methedip öv-
mek.
mertebe:
derece, basamak.
misal:
örnek.
mutabık:
birbirine uyan, uy-
gun.
münacat:
Allah’a dua etme,
yalvarma, Onun manevî huzu-
runda tazarru ve niyazda bu-
lunma.
müstakil:
başlı başına, bağım-
sız.
nam:
ad.
sabık:
geçen, önceki.
Süryanî:
Suriye ve Türkiye’nin
güney doğusunda yaşayan,
Sami ırkından bir Hıristiyan
1...,1145,1146,1147,1148,1149,1150,1151,1152,1153,1154 1156,1157,1158,1159,1160,1161,1162,1163,1164,1165,...1581
Powered by FlippingBook