Şualar - page 1163

DÖRDÜNCÜ NOKTA:
İman nuru, lezaiz-i meşruanın zevale başladıkları za-
man hâsıl olan elemleri, emsalinin vücut ve gelmekte ol-
duklarını göstermekle izale eder.
Ve keza, nimetlerin devam edip tenakus etmemesini,
nimetlerin menbaını göstermekle temin eder.
Ve keza, firak ve ayrılmaların elemlerini, teceddüd-i
emsalinin lezzetini göstermekle izale eder. Yani zeval dü-
şüncesiyle bir lezzette çok elemler olur ki, iman o elem-
leri teceddüd-i emsaliyle ihtar ve izale eder. Maahaza,
lezzetlerin teceddüdünde de başka lezzetler vardır.
evet, bir semerenin şeceresi olmasa, o semerede
münhasır kalan lezzet, onun yemesiyle zail olur ve zeva-
li de mucib-i teessür olur. Fakat o semerenin şeceresi
maruf ise, o semerenin zevalinden elem hâsıl olmuyor;
çünkü yerine gelen var. Ve aynı zamanda, teceddüt had-
dizatında bir lezzettir.
Ve keza ruh-i beşeri en ziyade sıkan, ayrılmalardan
neş’et eden elemlerdir. nur-i iman o elemleri teceddüd-i
emsal ve tahaddüs-i visal ümidiyle izale eder.
BEŞİNCİ NOKTA:
İnsan şu mevcudatta kendisine düşman ve ecnebi te-
vehhüm ettiği veya ölüler, yetimler gibi hayatsız, perişan
vehmettiği şeyleri, nur-i iman ahbap ve kardeş sıfâtıyla
gösterir ve hayattar tesbihhan (tesbih eden) şeklinde irae
eder.
Şualar | 1163 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
a
lenme, yeni hale gelme.
teceddüd-i emsal:
benzerlerinin
yenilenmesi, tazelenmesi.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
temîn:
güvenlik, emniyet hissi ver-
me, şüphe ve korkuyu giderme.
tenâkus:
eksilme, azalma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve nok-
san sıfatlardan uzak tutma, Ce-
nab-ı Hakk’ı şanına layık ifadeler-
le anma.
tesbihhan:
tesbih eden, tesbih
okuyan.
tevehhüm:
vehimlenme, kurun-
tuya kapılma; gerçekte var olma-
yanı var kabul etme, yok olanı
var zannetmekle ümitsizliğe ve
korkuya düşme.
ümit:
umut, umma, ümit; bazı
şeylerin istediği yönde olması ko-
nusunda beslenen his.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve esas-
sız düşünce.
vücut:
var olma, varlık.
zail:
zeval bulan, sona eren, de-
vamlı olmayan, yok olan.
zeval:
sona erme, yok olma, öl-
me.
ziyade:
çok, fazla.
ahbap:
dostlar.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
emsal:
benzerler.
firak:
ayrılık.
hadd-i zatında:
esasen, aslın-
da.
hâsıl:
meydana gelme, orta-
ya çıkma.
hayattar:
canlı, yaşayan.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iman:
inanç, itikat.
irae:
gösterme.
izale:
giderme, ortadan kal-
dırma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
lezaiz-i meşrua:
meşru, helâl
lezzetler.
mahaza:
böyle iken, bununla
beraber, böyle olmakla birlik-
te.
maruf:
herkesçe bilinen.
menba:
kaynak.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahluklar.
mucib-i teessür:
üzüntü veri-
ci, üzüntüyü gerektiren.
münhasır:
sınırlanmış, sınırlı.
neşet:
meydana gelme, oluş-
ma, çıkma.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nur-i iman:
iman nuru, Al-
lah’ın varlığına, yaratıcılığına
inanmadaki gönül, kalp ve fi-
kir aydınlığı.
ruh-i beşer:
insan ruhu.
semere:
meyve, yemiş.
sıfat:
vasıf, nitelik.
şecere:
ağaç, bir tek ağaç.
tahaddüs-i visal:
kavuşmayı
tahmin etme, kavuşmayı sez-
me.
teceddüd:
tazelenme, yeni-
1...,1153,1154,1155,1156,1157,1158,1159,1160,1161,1162 1164,1165,1166,1167,1168,1169,1170,1171,1172,1173,...1581
Powered by FlippingBook