gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar. Ve bunlar o
mu’cizenin derece-i kıymet ve azametine ve sultan-ı
ezelî’nin azametine derece-i delâletlerine kesb-i vukuf et-
tikleri nispetinde derece ve numara aldıktan sonra, yine
sultan-ı ezelî’nin memleketine dönüp gideceklerini anlar
ve bu anlayış nimetini kendisine iras eden iman nimeti-
ne “elhamdülillâh” diyecektir.
Mezkûr zulmetleri izale eden iman nimetine “elham-
dülillâh” diye edilen hamd dahi bir nimet olduğundan,
ona da bir hamd lâzımdır. Bu ikinci hamde de üçüncü bir
hamd, üçüncüye dördüncü hamd lâzım.
(1)
Gv
ôn
L s
º o
?n
gn
h
demek, bir hamd-i vahitten doğan hamdlerden ibaret
gayr-i mütenahi bir silsile-i hamdiye husule geliyor.
İKİNCİ NOKTA:
Cihat-ı sitteyi tenvir eden iman nimetine de “
elhamdü-
lillâh
” demesi lâzımdır. Çünkü, iman cihat-ı sittenin zulü-
matını izale etmekle def-i belâ kabîlinden büyük bir ni-
met sayıldığı gibi, tabiî o cihat-ı sitteyi tenvir ettiği cihet-
le de celbü’l-menafi kabîlinden ikinci bir nimet sayılır. Bi-
naenaleyh insan fıtrî bir medeniyete sahip olduğundan,
cihat-ı sittede bulunan mahlûkatla alâkadar olur ve iman
nimetiyle de cihat-ı sitteden istifade edebilmesi imkânı
vardır.
Binaenaleyh,
(2)
$G o
¬r
Ln
h s
º n
ã n
a Gƒt
d n
ƒ o
J Én
ªn
ær
jn
É n
a
ayet-i kerîmesi-
nin sırrıyla, cihat-ı sitteden herhangi bir cihette olursa
Şualar | 1161 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
şan, müteşekkil.
iman:
inanç, itikat.
îrâs:
vâris kılma, miras bırakma.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kabil:
tür, gibi.
kesb-i vukuf:
vukuf kazanma, bir
şeyi öğrenme, vakıf olma.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılanlar.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca düşün-
me, dikkatli okuma.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nisbetinde:
oranında, ölçüsünde.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
silsile-i hamdiye:
hamd, şükür sil-
silesi.
Sultan-ı Ezelî:
ezelî sultan; kud-
ret, kuvvet ve hükümranlığının
başlangıcı olmayan Allah.
tabiî:
tabiatı gereği olan.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
zulmet:
karanlık.
zulümat:
karanlıklar.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın aye-
ti; azamet ve şerefi olan ayet.
azamet:
büyüklük.
binaenaleyh:
bunun üzerine,
bundan dolayı, ondan dolayı,
buna binaen.
celbülmenafi:
menfaatlerin
celp edilmesi, getirilmesi.
cihât-ı sitte:
altı cihet, altı ta-
raf. (sağ-sol, ön-arka ve alt-
üst.).
cihet:
yön.
def-i belâ:
belânın defedilme-
si, uzaklaştırılması.
derece-i delâlet:
delil ve alâ-
met olma derecesi.
derece-i kıymet:
kıymet de-
recesi.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, hamd Allah’a aittir.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuş-
tan olan.
gayr-ı mütenahi:
sonsuz, so-
nu olmayan, nihayetsiz.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme.
hamd-i vâhid:
bir tek hamd
ve şükür.
husûl:
olma, meydana gelme.
ibaret:
meydana gelen, olu-
1.
Ve böylece sürüp gider.
2.
Her nerede kıbleye yönelirseniz Allah’ın rızası oradadır. (Bakara Suresi: 115.)