El cevap
: Malûmdur ki, bazı vakit olur, bir dakika, bir
saat ve belki bir gün, belki seneler kadar; ve bir saat, bir
sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli
olur. Meselâ, bir dakikada şehit olan bir adam, bir velâ-
yet kazanır. Ve soğuğun şiddetinden incimat etmek za-
manında ve düşmanın dehşet-i hücumunda bir saat nö-
bet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir. İşte aynen öyle
de, risale-i nur’a verilen ehemmiyet dahi, zamanın
ehemmiyetinden, hem bu asrın şeriat-i Muhammediyeye
(
AsM
) ve şeair-i Ahmediyeye (
AsM
) ettiği tahribatın dehşe-
tinden, hem bu ahirzamanın fitnesinden eski zamandan
beri bütün ümmet istiaze etmesi cihetinden, hem o fitne-
lerin savletinden mü’minlerin imanlarını kurtarması nok-
tasından, risale-i nur öyle bir ehemmiyet kesbetmiş ki,
kur’ân ona kuvvetli işaretle iltifat etmiş. Ve Hazret-i
İmam-ı Ali (
rA
) üç kerametle ona beşaret vermiş. Ve
gavs-ı Azam (
rA
) kerametkârâne ondan haber verip ter-
cümanını teşci etmiş.
evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan itikadın isti-
nat kal’aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş oldu-
ğundan, her mü’min, tek başıyla dalâletin cemaatle hü-
cumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir iman-ı
tahkikî lâzımdır ki, dayanabilsin. risale-i nur, bu vazifeyi
en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nazik bir vakit-
te, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakaik-ı kur’âniye ve
imaniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli
bürhanlarla ispat ederek, o iman-ı tahkikîyi taşıyan halis
ve sadık şakirtleri dahi, bulundukları kasaba, karye ve
ahirzaman:
dünyanın son zamanı
ve son devresi, dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
asr:
yüzyıl.
beşaret:
müjde.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cemaat:
topluluk.
cihet:
yön.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak, doğru yoldan ay-
rılma, azma, batıla yönelme.
dehşet:
büyük tehlike karşısında
korkma ve şaşırıp kalma.
dehşet-i hücum:
saldırının dehşe-
ti.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
ehemmiyetli:
önemli.
elcevap:
cevap olarak.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk, az-
gınlık.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin na-
mı.
gayet:
son derece.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakaik-ı Kur’âniye:
Kur’ân ait
olan ve ondan gelen gerçekler.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
hücûm:
saldırma.
hükmüne:
yerine, değerine.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü çe-
virip bakma.
iman:
inanç, itikat.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman, ima-
na dair bütün meseleleri incele-
yip delil ve bürhan ile inanma.
incimat:
donma, buz hâline gir-
me.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
istiaze:
eûzübillâhimineşşeytânir-
racîm veya neüzübillâh (kovul-
muş, lânetlenmiş şeytandan Al-
lah’a sığınırım) diyerek Allah’ın
korumasına ve yardımına sığınma.
istinat:
dayanma.
itikat:
inanç, iman.
kal’a:
büyük hisar.
karye:
köy.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fi-
kir.
kerametkârane:
kerametli bir
şekilde, keramet gösterircesi-
ne.
kesb:
kazanma.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
meselâ:
örneğin.
mukavemet:
karşı koyma,
saldırı ve baskıyı yok etmek
için çalışma, direniş.
mü’min:
iman eden, inanan.
nazik:
narin, ince; dikkat ge-
rektiren, önemli.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sadık:
doğru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde doğru olan.
savlet:
şiddetli hücum, saldır-
ma.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeair-i ahmediye:
Peygamber
Efendimizin alâmeti olan sün-
neti.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda canını
feda ederek savaşta vurulup
ölen Müslüman.
şeriat-ı Muhammediye:
Hz.
Muhammed’in (
ASM
) şeriatı; Hz.
Muhammed’in (
ASM
) tarif ettiği,
getirdiği ve bildirdiği şeriat; İs-
lâm dini.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
taklidî:
taklitle yapılan.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teşci:
cesaret verme, cesaret-
lendirme.
ümmet:
Müslümanların tama-
mı; bütün Müslümanlar.
vazife:
görev.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.
S
ekizinci
Ş
ua
| 1152 | Şualar