şehirlerde, hizmet-i imaniye itibarıyla, âdeta birer gizli ku-
tup gibi mü’minlerin manevî birer nokta-i istinadı olarak,
bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri hâl-
de kuvve-i maneviye-i itikatları cesur birer zabit gibi, kuv-
ve-i maneviyeyi ehl-i imanın kalblerine verip mü’minlere
manen mukavemet ve cesaret veriyorlar.
İkinci sual:
keramet izhar edilmezse daha evlâ oldu-
ğu hâlde, neden sen ilân edersin?
E l cevap
: Bu, bana ait bir keramet değildir. Belki,
kur’ân’ın i’caz-ı manevîsinden tereşşuh ederek has bir
tefsirinden keramet suretinde bizlere ve ehl-i imana bir
ikram-ı rabbanî ve in’am-ı İlâhîdir. elbette mu’cize-i
kur’âniye ve onun lem’aları izhar edilir. Ve nimet ise,
şükür niyetiyle ilân etmek, bir tahdis-i nimettir;
(1)
r
çu
ón
ën
a n
?u
Hn
Q p
án
ªr
©p
æp
H És
en
Gn
h
ayeti, izharına emreder.
Benim için medar-ı fahir ve gurur olacak bir liyakatim
ve istihkakım olmadığını kasemle itiraf ediyorum. Ben çe-
kirdek gibi çürüdüm ve kurudum. Bütün kıymet ve hayat
ve şeref, o çekirdekten çıkan şecere-i risale-i nur ve
mu’cize-i maneviye-i kur’âniyeye geçmiş biliyorum. Ve
öyle itikat ettiğimden, i’caz-ı kur’ânî hesabına izhar ede-
rim. Bütün kıymet bir mu’cize-i kur’âniye olan risale-i
nur’dadır. Hatta eskiden beri taşıdığım “Bediüzzaman”
ismi onun imiş; yine ona iade edildi.
risale-i nur ise, kur’ân’ın malıdır ve manasıdır. Bu
remizde hususî kanaatimi teyit eden ve kendime mahsus
çok emare ve karineler var. Fakat başkalara ispat
Şualar | 1153 |
S
ekizinci
Ş
ua
itibar:
değer.
itikat:
kesin inanma, iman.
izhar:
gösterme, belirtme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
kasem:
yemin, and.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
kıymet:
değer.
avî kitapların sonuncusu.
kutup:
evliyalar içerisinde zama-
nın en büyük mürşidi olan.
kuvve-i manevîye:
manevî güç,
moral.
kuvve-i maneviye-i itikat:
itikat-
taki manevî kuvvet.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
mahsus:
bir şeye veya kişiye has
olan.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
medar-ı fahr:
övünme sebebi.
medar-ı gurur:
gururlanma sebe-
bi.
mu’cize-i Kur’âniye:
Kur’ân’a ait
mu’cize.
mu’cize-i maneviye-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın manevî mu’cizesi.
mukavemet:
karşı koyma, saldırı
ve baskıyı yok etmek için çalışma,
direniş.
mü’min:
iman eden, inanan.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
remiz:
kelime ve cümleye yükle-
nilmiş gizli mana, şifre, sembol.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şecere-i risale-i Nur:
Risale-i Nur
ağacı.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd et-
me.
tahdîs-i nimet:
Cenab-ı Hakka
karşı şükrünü eda etme ve teşek-
kür etme maksadıyla kavuştuğu
nimeti başkalarına anlatma.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
tereşşuh:
sızma, sızıntı yapma.
teyit:
kuvvetlendirme, sağlamlaş-
tırma; doğru çıkarma.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
âdeta:
sanki.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
Bediüzzaman:
zamanın, çağın
eşsiz güzelliği.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
elcevap:
cevap olarak.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
evlâ:
daha uygun, daha lâyık,
daha iyi.
hizmet-i imaniye:
imana ait
hizmet, iman ve Kur’ân haki-
katlerinin ikna edici ve ilmî de-
lillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
hususî:
özel.
iade:
geri dönderme, geri çe-
virme.
i’caz-ı Kur’ânî:
Kur’ân’ın mu-
cizeliği, Kur’ân’ın yüksek, eri-
şilmez ifadesi.
i’caz-ı manevî:
manen mucize
oluş.
ikram-ı rabbanî:
bütün var-
lıkları terbiye ve idare eden
Allah’ın ikramı, ihsanı ve şe-
reflendirmesi.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
in’am-ı İlahî:
Allah’ın nimet-
lendirmesi.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istihkak:
hak etme, hak ka-
zanma, hakkı olma.
1.
Rabbinin nimetini de yâd et. (Duha Suresi: 11.)