Şualar - page 1144

Hem on İki söz namı ile çok intişar eden o küçücük
risaleler bu fıkradaki kelimeler gibi birbirine ismen ve su-
reten benzedikleri gibi, “bedî” manasında olan
Celcelûti-
ye
kelimesine mutabık olarak her biri gayet bedî bir tarz-
da, güzel bir temsille, büyük ve derin bir hakikat-i kur’âni-
yeyi tefsir ve ispat eder.
eğer bir muannit tarafından denilse, “Hazret-i İmam-ı
Ali (
rA
) bu umum mecazî manaları irade etmemiş.”
Biz de deriz ki: Faraza Hazret-i İmam-ı Ali (
rA
) irade
etmezse, fakat kelâm delâlet eder. Ve karinelerin kuvve-
tiyle işarî ve zımnî delâletle manaları içine dâhil eder.
Hem madem o mecazî manalar ve işarî mefhumlar
haktır, doğrudur ve vakıa mutabıktır; ve bu iltifata lâyık-
tırlar ve karineleri kuvvetlidir. elbette Hazret-i İmam-ı
Ali’nin (
rA
) böyle bütün işarî manaları irade edecek küllî
bir teveccühü faraza bulunmazsa –
Celcelûtiye
vahiy ol-
mak cihetiyle– hakikî sahibi, Hazret-i İmam-ı Ali’nin (
rA
)
üstadı olan peygamber-i zîşan’ın (
AsM
) küllî teveccühü ve
üstadının üstad-ı zülcelâl’inin ihatalı ilmi onlara bakar,
irade dairesine alır. Bu hususta benim hususî ve kat’î ve
yakin derecesindeki kanaatimin bir sebebi şudur ki:
Müşkülât-ı azîme içinde el-Ayetü’l-kübra’nın tefsir-i ek-
beri olan Yedinci Şuaı yazmakta çok zahmet çektiğim-
den, bir kudsî teselli ve teşvike cidden çok muhtaç idim.
Şimdiye kadar mükerrer tecrübelerle bu gibi hâletlerim-
de inayet-i İlâhiye imdadıma yetişiyordu. risaleyi bitirdi-
ğim aynı vakitte hiç hatırıma gelmediği hâlde birden bu
aısr:
yüzyıl.
bedî:
eşsiz güzel.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz Re-
sul-i Ekrem’in (
ASM
) derslerine isti-
naden, aslı cifir ve ebcet hesabı
ile alâkalı olarak Hz. Ali (
RA
) tara-
fından telif edilen Süryanice bir
kasidedir.
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
cihet:
yön.
dahil:
içine alma, sokma.
delâlet:
delil olma, gösterme; ala-
met, işaret.
faraza:
farz edelim ki, öyle saya-
lım ki, söz gelişi.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
gayet:
son derece.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın ha-
kikatı, Kur’ân’ın ifade ettiği gerçek.
hakikî:
gerçek.
hâlet:
hal, durum.
hususî:
özel.
ihatalı:
kuşatıcı.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü çe-
virip bakma.
imdat:
yardım.
inayet-i İlahiye:
Allah’ın yardımı.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
irade:
.
ismen:
isim olarak, adını, ismini
söyleyerek, yalnız isimle.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
işarî:
bir kelimenin açık manasına
bağlı olarak ikinci ve üçüncü de-
recede işaret yolu ile yapılan açık-
lama.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kandil:
lamba.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kelâm:
söz, lafız.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
mecazî:
mecazla ilgili, mecaza ait,
kelimenin kendisi için konduğu
gerçek anlamının dışında.
mefhum:
bir sözün ifade et-
tiği mana.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
mutabık:
birbirine uyan, uy-
gun.
mükerrer:
tekrarlanmış, tek-
rar olunmuş.
müşkilât-ı azîme:
çok büyük
zorluklar.
nam:
ad.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
Peygamber-i Zîşan:
şan ve şe-
ref sahibi olan Peygamber; Hz.
Muhammed (
ASM
).
sureten:
suret olarak, görünüş
itibarıyla, şekilce, şekil olarak.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
tefsir-i ekber:
en büyük tef-
sir.
temsil:
benzetme, misal getir-
me.
teselli:
avunma.
teveccüh:
yönelme, sevgi, il-
gi.
umum:
bütün.
Üstad-ı Zülcelâl:
Celâl sahibi
üstat, Celâl ve ihtişamla öğre-
ten üstat; Cenab-ı Allah.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği
hükümleri, sırları ve hakikat-
leri peygamberlere bildirmesi.
vakıa:
vuku bulan, olan şey,
olay.
yakîn:
kesin bilme, şüpheden
sıyrılarak son derece doğru ve
kuvvetli bilme.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşak-
kat.
zımnî:
üstü kapalı, örtülü, do-
layısıyla anlatılan, kapalı şekil-
de.
S
ekizinci
Ş
ua
| 1144 | Şualar
1...,1134,1135,1136,1137,1138,1139,1140,1141,1142,1143 1145,1146,1147,1148,1149,1150,1151,1152,1153,1154,...1581
Powered by FlippingBook