edemediğimden yazamıyorum. Yalnız iki üçüne işaret et-
meye münasebet gelmiş.
•
Birincisi
: Ben
Celcelûtiye’
yi okuduğum vakit, sair mü-
nacatlara muhalif olarak kendim bizzat hissiyatımla mü-
nacat ediyorum diye hissederdim. Ve başkasının lisanıy-
la taklitkârâne olmuyordu. Benim için gayet fıtrî ve dert-
lerime alâkadar ve tefekkürat-ı ruhiyeme hoş bir zemin
oluyordu. Birkaç sene sonra kerametini ve risale-i nur
ile münasebetini gördüm ve anladım ki, o hâlet, bu mü-
nasebetten ileri gelmiş.
•
İkincisi
: Hazret-i İmam-ı Ali (
rA
) başta,
r
än
ƒn
£r
ædG p
¬p
æp
WÉn
Ñp
H m
QGn
ôr
°Sn
G p
?r
°ûn
c '
‹p
G r
än
ón
àr
gG p
¬p
H ?/
Mho
Q
ve ortalarında,
(1)
r
ân
?n
ér
f
G n
?p
H o
º«/
?n
M Én
j m
ºr
?p
Y p
QGn
ôr
°Sn
Ép
H
@
Ék
àn
eGn
ôn
c p
?n
Ón
÷r
G Gn
P Én
j »/
ær
ëp
ær
eGn
h
ve ahirde,
(2)
r
ân
©u
ªo
L p
?p
F n
BÓn
îr
?p
d m
?ƒo
?o
Y t
ô°p
Sn
h @ m
ós
ªn
?o
u
ºn
Y o
ør
HGn
h x
?p
?n
Y o
?Én
?n
e
bir hazine-i ulûm olarak gösteriyor. Hâlbuki, zahirinde
yalnız bir münacattır. Hatta İmam-ı Ali’nin (
rA
) hakikat-
feşan sair kasideleri ve ilmî başka münacatları gibi, es-
rar-ı ilmiye ile tam münasebeti görünmüyor. Benim hu-
susî kanaatim şudur ki:
Celcelûtiye
madem risale-i nur’u içine almış ve si-
nesine basıp manevî velet gibi kabul etmiş; elbette
r
ân
©u
ªo
L p
?p
F n
BÓn
îr
?p
d m
?ƒo
?o
Y t
öp
Sn
h
fıkrasıyla, kendi hazinesinin bir kı-
sım pırlantalarını ahirzamanda neşreden risale-i nur’u
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
lisan:
dil.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
muhalif:
zıt, aykırı.
münacat:
Allah’a dua ve yal-
varma maksadıyla yazılan şi-
ir.
münasebet:
vesile, alâka, bağ.
neşretme:
dağıtma, yayma,
saçma.
pırlanta:
foyasız, yuvarlakça,
parlak, kıymetli elmas.
sâir:
diğer, başka, öteki.
sîne:
göğüs.
taklitkârane:
taklit ederek,
benzerini yaparcasına.
tefekkürat-ı ruhiye:
ruha ait
tefekkürler, ruhen tefekkürde
bulunmak.
velet:
çocuk.
zahir:
açık, görünür.
zemin:
temel, dayanak.
1.
Ey Halîm olan Allah’ım! Senin yardımınla açıklığa kavuşan bir ilmin sırlarıyla bana bir kerem
lütfet, ey Celâl Sahibi!
2.
Bu Hazret-i Muhammed’in amcası oğlu Ali’nin sözleri ve insanlar için, toplanmış ilimlerin
sırrıdır.
S
ekizinci
Ş
ua
| 1154 | Şualar
ahirzaman:
.
ahir:
son.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
bizzat:
kendisi, şahsen.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz Re-
sul-i Ekrem’in (
ASM
) derslerine isti-
naden, aslı cifir ve ebcet hesabı
ile alâkalı olarak Hz. Ali (
RA
) tara-
fından telif edilen Süryanice bir
kasidedir.
esrar-ı ilmiye:
ilmin sırları, ilme
dair sır ve hakikatler.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
gayet:
son derece.
hakikatfeşan:
gerçekleri saçan,
hakikat serpen.
hâlet:
hal, durum.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hazine-i ulûm:
ilimler hazinesi.
hissiyat:
hisler, duygular.
hususî:
özel.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kaside:
belli bir amaçla yazılmış
divan şiiri ve bu şiirin nazım şekli.