Yirmi Dokuzuncu Lem’adan
İkinci Bab
(1)
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ°o
S /
¬ p
ª°r
SÉ p
H
Bu İkinci Bab,
elhamdülillâh
hakkındadır.
İkinci Bab ile tabir edilen şu risalecikte “Elhamdülil-
lâh” cümlesini insanlara dedirten imanın sonsuz
fayda ve nurlarından, yalnız dokuz tane beyan edi-
lecektir.
W
BİRİNCİ NOKTA:
evvelâ iki şey ihtar edilecektir.
1.
Felsefe, her şeyi çirkin, korkunç gösteren siyah bir
gözlüktür. İman ise, her şeyi güzel, ünsiyetli gösteren
şeffaf, berrak, nuranî bir gözlüktür.
2.
Bütün mahlûkatla alâkadar ve her şeyle bir nevi alış
verişi olan ve kendisini abluka eden şeylerle lâfzen ve
manen görüşmek, konuşmak, komşuluk etmeye hilka-
ten mecbur olan insanın sağ, sol, ön, arka, alt, üst olmak
üzere altı ciheti vardır.
İnsan, mezkûr iki gözlüğü gözüne takmakla, mezkûr
cihetlerde bulunan mahlûkatı, ahvali görebilir.
Şualar | 1157 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
da kalma.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
nevî:
çeşit, tür.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
şeffaf:
saydam.
tabir:
ifade.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
abluka:
etrafını sarıp dışarı ile
alâkayı kesmek.
ahval:
haller, durumlar.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
bab:
kısım, bölüm, bahis.
berrak:
nurlu, pek parlak, du-
ru, açık.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cihet:
yön.
elhamdülillâh:
ne kadar hamd
ve medih varsa, kimden gelse
ve kime karşı olsa ezelden
ebede kadar hastır ve lâyıktır;
o zat-ı vacibülvücuda ki, ona
“Allah” denilir.
evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk olarak.
faide:
fayda.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
hilkaten:
yaratılıştan, doğuş-
tan, fıtraten.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iman:
inanç, itikat.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yara-
tıklar, Allah tarafından yaratı-
lanlar.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yara-
tıklar, Allah tarafından yaratı-
lanlar.
manen:
mana bakımından,
manaca.
mecbur:
zorunlu olma, zorun-
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.