ve uzun hapis tehlikesi içinde telif edilen Yirmi dokuzun-
cu lem’anın ve sahibinin vaziyetine tevafuk karinesiyle
kelâm-ı zımnî ve işarî delâlet ettiğinden diyebiliriz ki, Haz-
ret-i İmam-ı Ali (
rA
) dahi bundan, ona işaret eder.
Hem otuzuncu lem’a namında ve altı nükte olan ri-
sale-i esmaya bakarak
(1)
»'
æ°r
ùo
?r
G n
?p
FBÉ n
ªr
°Sn
Ép
H
deyip sair işa-
ratın karinesiyle, hem Yirmi dokuzuncu lem’aya takip
karinesiyle, hem ikisinin isimde ve esma lâfzında tevafuk
karinesiyle, hem teşettüt-i hâle ve sıkıntılı bir gurbete ve
perişaniyete düşen müellifi onun telifi bereketiyle teselli
ve tahammül bulmasına ve mana-i mecazî cihetinde Haz-
ret-i İmam-ı Ali’nin (
rA
) lisanıyla kendisine dua olan
(2)
r
ân
às
°ûdG n
øp
e »/
fr
ôp
Ln
G »'
æ°r
ùo
?r
G n
?p
FBÉ n
ªr
°Sn
Ép
H
yani, “İsm-i Azam olan
o esma risalesinin bereketiyle beni teşettütten, perişani-
yetten hıfz eyle yâ rabbi” meali, tam tamına o risale ve
sahibinin vaziyetine tevafuk karinesiyle kelâm-ı mecazî
delâlet ve İmam-ı Ali’nin (
rA
) ise gaybî işaret eder diyebi-
liriz.
Hem madem
Celcelûtiye’
nin aslı vahiydir ve esrarlıdır
ve gelecek zamana bakıyor ve gaybî umur-i istikbaliyeden
haber veriyor.
Ve madem kur’ân itibarıyla bu asır dehşetlidir ve
kur’ân hesabıyla risale-i nur bu karanlık asırda ehemmi-
yetli bir hâdisedir.
Şualar | 1147 |
S
ekizinci
Ş
ua
lisan:
dil.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
mana-yı mecazî:
mecazî mana,
bir kelimenin veya lâfzın gerçek
anlamının dışında başka bir an-
lamda kullanıldığındaki mana.
meal:
mana, anlam, mefhum.
müellif:
eser telif eden, yazan.
nam:
ad.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
perişaniyet:
perişanlık, karışık ve
dağınık olma, acınacak halde bu-
lunma.
risale-i esma:
Allah’ın ism-i âzam-
larından bahseden risale.
sâir:
diğer, başka, öteki.
tahammül:
zora dayanma, kötü
ve güç durumlara karşı koyabilme,
katlanma.
telif:
eser yazma.
telif:
eser yazma.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
teşettüt:
dağınık olma, perişani-
yet.
teşettüt-i hâl:
dağınık olma hâli,
darmadağınıklık.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
umur-i istikbâliye:
gelecekteki iş-
ler.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği hü-
kümleri, sırları ve hakikatleri pey-
gamberlere bildirmesi.
vaziyet:
bir kimse veya şeyin du-
rumu, hâli.
Yâ rabbî:
Ey Rabb’im!.
asır:
yüzyıl.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz
Resul-i Ekrem’in (
ASM
) dersleri-
ne istinaden, aslı cifir ve eb-
cet hesabı ile alâkalı olarak Hz.
Ali (
RA
) tarafından telif edilen
Süryanice bir kasidedir.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
esmâ:
adlar, isimler.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
gaybî:
gaypla ilgili, görünme-
yenlere ait.
hâdise:
olay.
hıfz:
koruma, muhafaza etme,
himaye etme.
İsm-i âzam:
Cenab-ı Hakkın
bin bir isminden en büyük ve
manaca diğer isimleri kuşat-
mış olanı.
işarat:
işaretler, haber verme-
ler.
itibar:
değer.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
kelâm-ı mecâzî:
mecazî keli-
me.
kelâm-ı zımnî ve işârî:
gizli
bir manaya işaret eden keli-
me.
1.
Esma-i Hüsnan için...
2.
Esma-i Hüsnan hürmetine beni perişan olmaktan koru.