Celcelûtiye
, süryanîce “bedî” demektir. Ve bedî ma-
nasındadır. İbareleri bedî olan risale-i nur,
Celcelûti-
ye’
de mühim bir mevki tutup, ekser yerlerinde tereşşu-
hatı göründüğünden, kasidenin ismi ona bakıyor gibi ve-
rilmiş. Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liya-
katim olmadığı hâlde, bana verilen “Bediüzzaman” lâka-
bı benim değildi. Belki risale-i nur’un manevî bir ismi
idi. zahir bir tercümanına ariyeten ve emaneten takıl-
mış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş.
demek, süryanîce bedî manasında ve kasidede tekerrü-
rüne binaen kasideye verilen
Celcelûtiye
ismi, işarî bir
tarzda bid’at zamanında çıkan
bediülbeyan
ve
bediüzza-
man
olan risale-i nur’un hem ibare, hem mana, hem
isim noktalarıyla bedîliğine münasebettarlığını ihsas et-
mesine ve bu isim bir parça ona da bakmasına ve bu is-
min müsemmasında risale-i nur çok yer işgal ettiği için
hak kazanmış olmasına tahmin ediyorum.
(1)
Én
`fr
É n
£r
Nn
G r
hn
G BÉ` n
æ«°/
ùn
f r
¿p
G BÉ n
fr
òp
NGnD
ƒo
J n
’ Én
æ s
`Hn
Q
Sekizinci Remiz:
Bu remzin beyanından evvel en mühim iki suale cevap
yazılacak.
Birinci sual:
Bütün kıymettar kitaplar içinde risale-i
nur, kur’ân’ın işaretine ve iltifatına ve Hazret-i İmam-ı
Ali’nin (
rA
) takdir ve tahsinine ve gavs-ı Azamın tevec-
cüh ve tebşirine vech-i ihtisası nedir? o iki zatın keramet-
le risale-i nur’a bu kadar kıymet ve ehemmiyet verme-
nin hikmeti nedir?
Şualar | 1151 |
S
ekizinci
Ş
ua
hikmet:
gizli sebep, gaye.
iade:
geri verme.
ibare:
metin, cümle veya bir kaç
cümleden oluşan söz grubu.
ihsas:
hissetirme, sezdirme.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü çe-
virip bakma.
işarî:
bir kelimenin açık manasına
bağlı olarak ikinci ve üçüncü de-
recede işaret yolu ile yapılan açık-
lama.
kaside:
belli bir amaçla yazılmış
divan şiiri ve bu şiirin nazım şekli.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
lâkap:
ünvan.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mevki:
yer, makam.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasebettar:
ilgili, alâkalı, bir şe-
ye uygun ve yakın olan.
müsemma:
isimlendirilmiş, ad ve-
rilmiş.
remiz:
kelime ve cümleye yükle-
nilmiş gizli mana, şifre, sembol.
sual:
soru.
Süryanî:
Suriye ve Türkiye’nin gü-
ney doğusunda yaşayan, Sami ır-
kından bir Hıristiyan topluluğu.
tahsin:
beğenme, güzel bulma.
takdir:
beğenme, beğendiğini be-
lirtme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tebşir:
müjde verme, müjdeleme.
tekerrür:
tekrarlanma.
tereşşuhat:
damlamalar, sızıntılar.
teveccüh:
yönelme, sevgi, ilgi.
vech-i ihtisas:
.
Zahir:
açık, görünür.
zat:
kişi, şahıs.
ariyeten:
iğreti olarak, ema-
neten, ödünç.
bedî:
eşsiz güzel.
bediülbeyan:
beyanın, ifade-
nin benzersiz güzelliği, ifade-
nin çok güzel oluşu.
bediüzzaman:
zamanın, çağın
eşsiz güzelliği.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
bid’at:
dinin aslında olmayıp
sonradan icat edilen şeyler,
yeni âdet.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz
Resul-i Ekrem’in (
ASM
) dersleri-
ne istinaden, aslı cifir ve eb-
cet hesabı ile alâkalı olarak Hz.
Ali (
RA
) tarafından telif edilen
Süryanice bir kasidedir.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ekser:
pek çok.
emaneten:
emanet yoluyla,
emanet olarak.
evvel:
önce.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs,
Abdülkadir-i Geylânî Hazretle-
rinin namı.
hâk:
bir kimseye ait olan şey,
alacak.
hakikî:
gerçek.
1.
Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme.
(Bakara Suresi: 286.)