insan tenevvür eder. Hatta mü’min olan bir insanın dün-
yanın kuruluşundan sonuna kadar uzanan manevî bir
ömrü vardır. Ve insanın bu manevî ömrü, ezelden ebe-
de uzanan bir hayat nurundan medet ve yardım alır.
Ve keza cihat-ı sitteyi tenvir eden iman sayesinde, in-
sanın şu dar zaman ve mekânı geniş ve rahat bir âleme
inkılâp eder. Bu büyük âlem bir insanın hanesi gibi olur
ve mazi, müstakbel zamanları, insanın ruhuna, kalbine
bir zaman-ı hâl hükmünde olur. Aralarında uzaklık kalkı-
yor.
ÜÇÜNCÜ NOKTA:
İmanın istinat ve istimdat noktalarını havi olmasından,
“elhamdülillâh” demesi iktiza eder.
evet, nev-i beşer, aczi ve düşmanların kesreti dolayı-
sıyla dayanacak bir nokta-i istinada muhtaçtır ki, düş-
manlarını def için o noktaya iltica etsin. Ve keza, kes-
ret-i hacat ve şiddet-i fakr dolayısıyla da istimdat edecek
bir nokta-i istimdada muhtaçtır ki, onun yardımıyla ihti-
yaçlarını def etsin.
ey insan! senin nokta-i istinadın ancak ve ancak Al-
lah’a olan imandır. ruhuna, vicdanına nokta-i istimdat
ise ancak ahirete olan imandır. Binaenaleyh, bu her iki
noktadan haberi olmayan bir insanın kalbi, ruhu tevah-
huş eder, vicdanı daima muazzep olur. lâkin, birinci
noktaya istinat ve ikincisinden de istimdat eden adam,
kalben ve ruhen pek çok zevk ve lezzetleri, ünsiyetleri
hisseder ki, hem müteselli, hem vicdanı mutmain olur.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem:
dünya, cihan.
binaenaleyh:
bunun üzerine, bun-
dan dolayı, ondan dolayı, buna
binaen.
cihât-ı sitte:
altı cihet, altı taraf.
(sağ-sol, ön-arka ve alt-üst.).
def:
kovma, uzaklaştırma.
ebed:
sonu olmayan gelecek za-
man, sonsuzluk, daimîlik.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, hamd Allah’a aittir.
ezel:
başlangıcı olmayan geçmiş
zaman, öncesizlik.
hâvî:
içine alan, kapsayan, kuşa-
tan.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
iktiza:
lazım gelme, gerekme.
iltica:
sığınma, güvenme, dayan-
ma.
iman:
inanç, itikat.
inkılâp:
değişme, dönüşüm, kök-
lü değişme.
istimdat:
medet dileme, imdat is-
teme, yardıma çağırma.
istinat:
dayanma.
kalben:
kalp ile, kalpten.
kesret:
çokluk.
kesret-i hacat:
ihtiyaçların çoklu-
ğu.
keza:
böylece, aynı şekilde.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mazi:
geçmiş zaman.
medet:
inayet, yardım, imdat.
muazzep:
azap içinde bulu-
nan, eziyet çeken, çok sıkıntı
gören.
mutmain:
gönlü hoş, içi ra-
hat, emin, şüphesi olmayan,
zihnini bir şeye yatırıp rahat-
lamış.
mü’min:
iman eden, inanan.
müstakbel:
gelecek zaman.
mütesellî:
teselli bulan, avu-
nan, acıyı unutur gibi olan,
üzüntüsü dağılan.
nev’i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
nokta-i istimdat:
yardım ve
medet isteme noktası.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası, güvenme ve itimat nok-
tası.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
ruh:
emir âleminden inerek
insanın kalp boşluğundaki lâ-
tif cisme binen, özü kavrana-
mayan idrak edici sır.
ruhen:
ruh ile.
şiddet-i fakr:
fakirliğin şiddetli
olması.
tenevvür:
nurlanma, parlama,
parıldama, ışıldama, aydınlık.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
tevahhuş:
korkulu bir şekilde
emin olmayarak bakma.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dost-
luk.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik
etmekten lezeet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.
zaman-ı hâl:
şimdiki zaman.
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
| 1162 | Şualar