Eddâî
(HaşİYe 1)
Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde,
Said’den yetmiş dokuz emvat
(HaşİYe 2)
bââsâm
âlâma.
Sekseninci olmuştur, mezara bir mezar taş;
Beraber ağlıyor
(HaşİYe 3)
hüsran-ı İslâm’a.
Mezar taşımla püremvat enindar o mezarımla,
Revanım saha-i ukba-i ferdama.
Yakînim var ki, istikbal semavatı ve zemin-i Asya
Bahem olur teslim, yed-i beyza-i İslâm’a.
Zira yemîn-i yümn-i imandır,
Verir emn ü emân ile enâma.
* * *
Şualar | 1169 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
toprağı, kıtası.
âlâm:
.
bââsâm:
günahlarla, hatalar-
la.
bahem:
bir arada, birlikte, be-
raber.
eddai:
önceden ulema sınıfı-
na mensup kişilerin çok za-
man imza veya mühür üstü-
ne koydukları ve “duacınız”
manasına kullandıkları klişe-
leşmiş bir söz.
emn ü emân:
emniyet ve
eminlik.
emvat:
ölüler.
enâm:
bütün yaratıklar, yara-
tılmış olan canlılar.
enindar:
iniltili.
haşiye:
dipnot.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vu-
kuundan önce hissetme, bir
hadisenin gerçekleşmesinden
önce kalbe doğması.
hüsran-ı İslam:
İslam’ın hüs-
ran oluşu, zararı, umduğunu
bulamaması???.
istikbal:
gelecek.
kıt’a:
dörtlük, dört mısradan
oluşan nazım birimi.
mezar:
kabir, ölünün gömül-
düğü yer.
püremvât:
pek çok ölü; ceset
dolu.
revan:
yürüyen, giden, akan,
cari.
saha-i ukba-i ferda:
gelece-
ğin ahiret sahası.
semavat:
semalar, gökler.
Yakîn:
kesin bilme, şüpheden
sıyrılarak son derece doğru ve
kuvvetli bilme.
yed-i beyza-yı İslâm:
İslâmın
temiz ve parlak eli.
yemin-i yümn-i iman:
ima-
nın bereketli eli.
zemin-i asya:
Asya ülkesi,
HaşİYe 1:
Bu kıt’a, onun imzasıdır.
HaşİYe 2:
Her senede iki defa cisim tazelendiği için iki said ölmüş de-
mektir. Hem bu sene said yetmiş dokuz senesindedir. Her bir senede
bir said ölmüş demektir ki, bu tarihe kadar said yaşayacak.
HaşİYe 3:
Yirmi sene sonraki bu şimdiki hâli, hiss-i kable’l-vuku ile his-
setmiş.