Her biri kuvvetli birer lâmba hükmünde sırat-ı müstakimi
gösterip İmam-ı Ali radıyallahü Anhın haberini tasdik
ediyorlar.
Bu üçüncü sırrın münasebetiyle aynen
(1)
r
än
óp
ªr
No
G o
QÉs
ædG p
¬p
H
gibi bin üç yüz elli dört tarihine makam-ı cifrîsiyle bakan
ve said’in (
rA
) iki maruf lâkabına remzen ve ismen ima
eden ve “kendini muhafaza et” emrini veren ve tarihte
herkesten ziyade müteaddit tehlikelere maruz bulunaca-
ğını telvih eden
Ercûze
’nin ahirlerindeki
n
?«/
?o
j r
¿n
Ép
H p
¿Én
es
õdG n
?p
d'
òp
d Ék
cp
Qr
óo
e Én
j p
¿És
°ûdG p
º«/
¶n
©r
dG n
?n
’r
ƒn
ªp
d r
?n
Ä°r
SÉn
a
(2)
m
án
`ær
ëp
en
h m
án
Hr
ôo
c u
?o
c s
ô°n
Tn
h p
án
ær
àp
Ør
dG n
?r
?p
J s
ô°n
T
fıkrasıyla diyor: “
Ya
Said el-Kürdî! Bin üç yüz elli dört tarihine yetişirsen Mev-
lâ-i Azîm’inden, o zamanın ve asrın fitne ve şerlerinden
muhafazanı iste ve yalvar
.”
evet, on sekizinci lem’ada, Birinci keramet-i Alevi-
yenin izahında,
Kaside-i Ercûziye’
nin risale-i nur ve mü-
ellifine dair işarat-ı gaybiyesi beyan edilmiş. İsm-i Azam
ve “sekîne” tabir ettiği esma-i sitte-i meşhuruyla daima
meşgul olan bir şakirdiyle konuştuğu ve teselli verdiği ve
çok emareler ve karinelerle o şakirt said olduğu ispat edil-
miş. Ve orada o şakirdine demiş:
(3)
Gk
Ò/
?n
Ør
dGn
h o
Ò/
en
’r
G Én
¡p
Ñs
àp
H Gk
Ò/
£r
°ùn
J r
än
ô u
£°o
S m
ºéo
Y o
±o
ôr
Mn
G
Yani, ecnebi hurufları bin üç yüz kırk sekizde tamim
edilecek, çoluk çocuk emirler ve fakirler icbar suretinde,
gece dersleriyle öğrenmeye çalışacaklar.
ahir:
son.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
dair:
alakalı, ilgili.
ecnebi:
yabancı, başka milletten
olan.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
Ercûze:
Hz. Ali tarafından yazılan
ve istikbalden haber veren vezinli
kaside.
esma-i sitte-i meşhure:
Cenab-ı
Hakkın meşhur olmuş altı büyük
ismi. Kuddüs, Adl, Hakem, Ferd,
Hayy, Kayyum.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
fitne:
azgınlık, baştan çıkarma, az-
dırma.
huruf:
harfler.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
icbar:
zorlama, zorla ve isteği dı-
şında bir iş yaptırma, mecbur et-
me, baskı.
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme.
ismen:
isim olarak, adını, ismini
söyleyerek, yalnız isimle.
İsm-i Âzam:
Cenab-ı Hakkın bin
bir isminden en büyük ve manaca
diğer isimleri kuşatmış olanı.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
işarat-ı gaybiye:
gaypla ilgili işa-
retler; Hz. Peygamber, müçtehit
imamlar tarafından gayba ait ve-
rilen haberler, işaret yolu ile yapı-
lan açıklamalar.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile an-
latma.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
Kaside-i Ercûziye:
Hz. Ali tarafın-
dan yazılan ve istikbalden haber
veren kaside.
keramet-i aleviye:
Hz. Ali’ye ait
keramet, olağanüstü, fevkalâde
hâl.
lâkap:
ünvan.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam,
cifir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
maruf:
herkesçe bilinen.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgilenen.
mevlâ-yı azîm:
Yüce Mevlâ.
muhafaza:
koruma.
müellif:
eser telif eden, yazan.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
radıyallahü anh:
Sahabe veya İs-
lâm büyüklerinin adı geçtiğinde
söylenilen “Allah ondan razı olsun”
manasında dua. Tek erkek için
söylenir.
remzen:
remiz ile, işaret ede-
rek, işaretle.
Sekine:
içerisinde on dokuz
harfi on dokuz ayet bulunan,
sükûnet ve emniyet veren bir
dua.
sır:
gizli hakikat.
sırat-ı müstakim:
hak yol, Al-
lah’ın gösterdiği hidayet yolu.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şer:
kötülük.
tabir:
ifade.
tamim:
umumileştirme, yay-
ma, herkese duyurma.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
telvih:
açıklama, belli etme.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Onun nuruyla dalâlet ve fitne ateşi söner.
2.
Ey fitne ve felâket asrına erişen! Mevlâ-i Azîm’inden o zamanın ve asrın fitne ve şerlerinden
muhafazanı iste ve yalvar.
3.
Ecnebî harfleri tamim edilir, çoluk çocuk, emirler ve fakirler gece derslerinde zorla çalıştırı-
larak onu öğrenirler.
S
ekizinci
Ş
ua
| 1134 | Şualar