İkinci Remiz:
kur’ân’ın el-Ayetü’l-kübrası olan
o
äGn
ƒ'
ª°s
ùdG o
¬n
d o
íu
Ñ°n
ùo
J
(1)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h s
øp
¡«/
a r
øn
en
h ¢o
Vr
Qn
’r
Gn
h o
™r
Ñ°s
ùdG
’nin hakikat-i kübrasını ve tefsir-i ekberini gösteren ve
ramazan-ı Şerif’in ilhamî bir hediyesi bulunan Yedinci
Şua risalesine Hazret-i İmam-ı Ali (
rA
)
Mektubat’
a işaret-
ten sonra
Lem’alar
’a işaret içinde
Şualar
’a bakarak
(HaşİYe)
(2)
r
ân
én
Ør
dG n
øp
e »
u
æp
en
G …'
ôr
Ño
µ
r
dG p
ân
`j'
’r
Ép
Hn
h
deyip ilm-i be-
lâgatçe “müstetbeatü’t-terakip” ve “maarizü’l-kelâm” de-
nilen mana-i zahirînin tebaiyetiyle ve perdesinin arkasıy-
la müteaddit karinelerin kuvvetine göre işaret eder. Ve o
acip ve yüksek ve tevhidin hüccetü’l-kübrası ve el-Aye-
tü’l-kübranın bir alâmet-i kübrası ve bir tefsir-i azamı
olan risaleye
Ayetü’l-Kübra
namı veriyor. Ve o namla
hem menbaı olan Ayetü’l-kübranın azametini, hem bu
Yedinci Şua olan vahdaniyetin ve tevhidin bürhan-ı aza-
mının fevkalâde kuvvetini ilân eder, haber verir. Hazret-i
İmam-ı Ali’nin (
rA
) bu büyük iltifatına bu risalenin liya-
katine her kimin bir şüphesi varsa, gelsin, bir defa o ri-
saleyi okusun. eğer, “evet, lâyıktır” demezse, bana tuh
desin!
HaşİYe:
İmam-ı Ali bu fıkra ile işaret eder ki, Ayetü’l-kübra risalesi yü-
zünden şakirtleri bir musibete düşecekler ve onun kerameti ve bereke-
tiyle emniyete ve selâmete çıkacaklar. evet, bu keramet-i Aleviye tam
tamına çıktı ki, o risale için hapse düşüp ve onun kuvvetli hakikatleriy-
le kurtuldular.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
alâmet-i kübra:
en büyük işaret,
en büyük belirti.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
ayetülkübra:
en büyük delil, ayet
anlamında Risale-i Nur’da 7. Şua
adlı eser.
azamet:
büyüklük.
bürhan-ı azam:
en büyük delil.
fevkalâde:
olağanüstü.
hakikat-ı kübra:
en büyük olan
gerçek.
haşiye:
dipnot.
hüccetü’l-kübra:
en büyük hüc-
cet, delil.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
ilhamî:
ilham ile elde edilen, il-
ham ile ulaşılan.
ilm-i belâgat:
belâgat ilmi.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü çe-
virip bakma.
kamer:
Kur’ân-ı Kerîm’in 54. sure-
si.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
liyakat:
lâyık olma, değerlilik, ya-
rarlılık, uygunluk.
maarîzü’l-kelâm:
bir sözün asıl
manası dışında, başka manayı ifa-
de etmesi, başka manaların is-
tenmesi.
mana-i zahirî:
zahire ait ma-
na, açık mana, görünen ma-
na.
menba:
kaynak.
müstetbeâtü’t-terâkîb:
söz-
deki, birbirine bağlı, işaretli
manalar. kelimelerin kullanış
ve tarzlarından hareketle on-
ların zımnında bulunduğu an-
laşılan manalar.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nam:
ad.
ramazan-ı Şerif:
mübarek,
şerefli Ramazan ayı.
remiz:
kelime ve cümleye
yüklenilmiş gizli mana, şifre,
sembol.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıl-
dığı 114 bölümden her biri.
tebaiyet:
tâbilik, tâbi olma,
uyma.
tefsir-i azam:
büyük tefsir.
tefsir-i ekber:
en büyük tef-
sir.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı, Allah’ın bir oluşu.
1.
Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu
tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
2.
Yâ Rab! Ayetü’l-Kübra hürmetine beni kurtar, emân ve emniyet ver.
S
ekizinci
Ş
ua
| 1128 | Şualar