Dördüncü Şua
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
99
dördüncü Şua olan Ayet-i nuriye-i Hasbiyenin
başının hülâsasıdır. diyor ki:
Bir zaman ehl-i dünya beni her şeyden tecrit et-
tiklerinden, beş çeşit gurbetlere düşmüştüm. sıkın-
tıdan gelen bir gafletle risale-i nur’un teselli verici
ve medet edici nurlarına bakmayarak, doğrudan
doğruya kalbime baktım ve ruhumu aradım, gör-
düm ki: gayet kuvvetli bir aşk-ı beka ve şedit bir
muhabbet-i vücut ve büyük bir iştiyak-ı hayat ve
hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir fakr bende hükme-
diyorlar. Hâlbuki müthiş bir fenâ o bekayı söndürü-
yor. o hâletimde yanık bir şairin dediği gibi dedim:
Dil bekası hak fenâsı istedi mülk-i tenim,
Bir devasız derde düştüm, ah ki, Lokman bîhaber!
Me’yusâne başımı eğdim. Birden
(1)
o
?«/
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æo
Ñ° r
ùn
M
ayeti imdadıma geldi, “Be-
ni dikkatle oku!” dedi. Ben de günde beş yüz defa
okudum. okudukça yalnız ilmelyakin ile değil, ay-
nelyakin ile çok kıymettar envarından dokuz Mer-
tebe-i Hasbiye bana inkişaf etti.
BİrİNCİ MErTEBE-İ NurİYE-İ HaSBİYE
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
100
Bendeki aşk-ı beka bendeki bekaya değil, belki
sebepsiz ve bizzat mahbup olan kemal-i mutlak sa-
hibi zat-ı zülkemal ve zat-ı zülcemal’in bir isminin
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
aşk-ı beka:
ebedî hayat aşkı, son-
suzluk aşkı, sonsuz yaşamaya kar-
şı duyulan aşırı arzu.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi,
Kur’ân’ın surelerini oluşturan İlâhî
söz.
ayet-i Nuriye-i Hasbiye:
karşılık-
sız ve doğrudan doğruya Allah’a
dayanmayı, Ona sığınmayı ifade
eden nurlu ayet.
aynelyakin:
gözle görür derece-
de inanma; bir şeyi görerek ve
seyrederek bilme.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonu ol-
mama, bulunduğu hâlde kalma.
bîhaber:
habersiz, bilgisiz.
bizzat:
kendisi, kendi, şahsen.
deva:
ilâç, çare, tedbir.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dün-
ya adamı, ahireti düşünmeyen.
envar:
nurlar, ziyalar, aydınlıklar,
ışıklar, parlaklıklar.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muhtaç-
lık, züğürtlük.
fenâ:
yok olma, yokluk, geçip git-
me, son bulma, ölümlülük.
gaflet:
gafillik, boş bulunma, ihti-
yatsızlık, dikkatsizlik.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
had:
sınır, son.
hâlet:
hâl, suret, keyfiyet.
hüküm:
karar, emir, bir konu, iş
veya kimse hakkında verilen ka-
rar.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
temel kısmı.
ilmelyakin:
yakin ile bilme,
bir şeyi ilim ve delil ile kesin
olarak bilme, tanıma, kabul
etme; aksi mümkün olmayan
açık, kesin ve sağlam bilgi.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma,
görülme, açığa çıkma, mey-
dana çıkma.
kıymettar:
kıymetli, değerli,
pahalı.
mahbup:
muhabbet olunmuş,
sevilmiş, sevilen, sevgili.
medet:
inayet, yardım, imdat,
nusret.
me’yusâne:
ümitsizce, ümit-
sizlikle, ümitsiz bir şekilde.
muhabbet-i vücut:
varlığın
sevgisi.var olma sevgisi. varlı-
ğı sevme.
mülk-i ten:
insan vücudu, be-
deni teşkil eden şeyler.
müthiş:
şaşkınlık uyandıran,
hayret edilecek, şaşılacak ka-
dar değişik.
nihayet:
son.
nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık,
ziya, ışık, şule.
şedit:
şiddetli, sert, katı.
tecrit:
bir kişinin başka bir in-
san veya nesneyle olan ilişki-
sini kesme.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me, güzel sözler söyleyerek
rahatlatma.
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
f
ihriST
| 1182 | Şualar