medenî insanların son zamanlarda keşfettikleri et ve
şeker ve sair taamların hülâsaları gibi, belki o me-
denî hülâsalardan yüz derece daha mükemmel ve
bütün taamların her nev’inden tohum ve çekirdek
denilen rahmanî hülâsalara koyup ve o hülâsaları
dahi onların pişirmelerine ve inbisatlarına dair ka-
derî tarifeler içinde sarıp muhafaza için küçük san-
dukçalara koyup tevzi eder. o sandukçaların icadı
“kün!” emrinde bulunan
kâf-nun fabrikası’
nda o
kadar çabuk ve kolaylıkla ve çoklukla olur ki, kur’ân
der: “Hâlık emreder, meydana gelir.”
Madem sen intisab-ı imanî tezkeresiyle böyle bir
nokta-i istinat bulduğundan, hadsiz bir kuvvete ve
kudrete dayanabilirsin; ben de ayetten bu dersimi
aldıkça öyle bir kuvve-i maneviyeyi buldum ki, değil
şimdiki düşmanlarıma, belki dünyaya meydan okut-
turabilir bir iktidar-ı imanî hissettim. Ve bütün ru-
humla beraber
(1)
o
?«/
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æo
Ñ° r
ùn
M
dedim.
ÜçÜNCÜ MErTEBE-İ NurİYE-İ HaSBİYE
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
107
Ben o gurbetler ve hastalıklar ve mazlumiyetlerin
tazyikiyle dünyadan alâkamı kesilmiş bularak, ebedî
bir dünyada ve bâkî bir memlekette, daimî bir sa-
adete namzet olduğumu iman telkin ettiği hengâm-
da tahassür akıtan “of! of!”tan vazgeçip, beşaşet
izhar eden “oh! oh!” dedim. Fakat bu gaye-i haya-
lin ve hedef-i ruhun ve netice-i fıtratın tahakkuku
ancak ve ancak bütün mahlûkatın bütün hareketle-
rini ve sekenatlarını ve ahval ve âmâllerini kavlen ve
ahval:
durum vaziyet.
alâka:
ilgi, ilişki; bağ.
âmâl:
emeller, arzular, istekler,
ummalar, ümitler
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi,
Kur’ân’ın surelerini oluşturan İlâhî
söz.
bâkî:
ebedî, daimî, sonu gelmez,
bitip tükenmez, ölmez, sonsuz.
beşaşet:
güler yüzlülük, güler yüz.
daimî:
sürekli, devamlı.
derece:
mertebe, kademe.
ebedî:
ebede mensup, zevalsiz,
sonu olmayan, sürekli, hiç son
bulmayacak şekilde süren.
gaye-i hayal:
hayal edilen gaye,
ideal.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
had:
sınır, son.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hedef-i ruh:
ruhun hedefi.
hengâm:
zaman, devir, çağ, sıra,
vakit.
his:
anlama, sezme, idrak.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, temel
kısmı.
icat:
vücuda getirme, getirilme,
yoktan var etme, ibda.
iktidar-ı imanî:
iman gücü, kuv-
veti.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
inbisat:
yayılma, açılma, genleş-
me.
kaderî:
kader ile alâkalı, ilgili.
kâf-nun fabrikası:
“kün feyekûn”,
yani Allah “Ol” emri ile meydana
gelme sistemi.
kavlen:
söz ile, sözlü olarak, fiilî
olmayan.
keşif:
açma, meydana çıkarma.
kudret:
güç, kuvvet, takat, ikti-
dar.
kuvve-i maneviye:
kün:
Ol!” manasında emirdir.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılan-
lar.
mazlumiyet:
mazlumluk, zu-
lüm görmüşlük.
medenî:
hayat tarzı, bilgi se-
viyesi bakımından yüksek du-
rumda bulunan; kibar, edepli,
terbiyeli, faziletli.
memleket:
bir devletin top-
rağı, ülke, yurt, vatan, diyar.
muhafaza:
koruma, saklama.
namzet:
bir şeyi yapmaya
aday.
nevi:
türlü, çeşit.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası, güvenme ve itimat nok-
tası.
rahmanî:
Rahman olan Al-
lah’a ait, Rahman’a mensup,
Rahman ile ilgili.
saadet:
mutluluk.
sair:
diğer, başka, gayri, öteki.
sekenat:
durma, hareket et-
meme.
taam:
yemek, yenilen şey, yi-
yecek, aş.
tahakkuk:
gerçekleşme, mey-
dana gelme, olma.
tahassür:
hasret çekme, öz-
lem.
tazyik:
zorlama, baskı.
telkin:
fikir aşılama, öğüt ver-
me, zihinde yer ettirme, kula-
ğına koyma.
tevzi:
dağıtma, dağıtılma.
tezkere:
izin.
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
f
ihriST
| 1184 | Şualar