içindeki imtiyaz hakikat-i mutlakasıdır ki, ehemmi-
yetine binaen on üç basamakla on üç sırrına işaret
edilecek iken iki kuvvetli mücbir mâni sebebiyle bi-
rinci ve ikinci sırlarından başka yazılmamıştır.
Birinci sırrı, zatî olan bir şeyin zıddiyetinin müda-
halesinin muhaliyetidir.
İkinci sır, nuraniyet ve şeffafiyet ve itaat sırlarının
izahıdır.
Dördüncüsü
, sâniin vahdaniyetini ilân eden zu-
hur ve vücud-i ispatta görülen cihet-i ulûhiyet haki-
katidir.
Beşincisi
, kâinatın mecmuunda ve her bir mevcu-
dunda müşahede edilen intizam-ı ekmel hakikatidir.
Bu beşinci hakikatten sonra ahirzamanda gelen
mütekellimînden ve ilm-i İslam ulemasından bir za-
tın hakaik-ı imaniyeyi delâil-i akliye ile hem kemal-i
vuzuh ile ispat edeceğine dair ehl-i keşfin ihbaratı-
nı, hem “Bütün tarikatlerin müntehası hakaik-ı ima-
niyenin inkişafıdır” diyen Müceddid-i elf-i sani Ah-
med-i Farukî’nin (
rA
) bu kelâmını, hem
(1)
m
án
æn
°S p
I n
OÉn
Ñp
Y r
øp
e l
ôr
«n
N m
án
YÉn
°S o
ôt
µn
Øn
J
hadis-i şerifinin meali-
ni ifade ve ispat eden üç hakikat-i mühimme derç
edilmiştir.
Üçüncü Menzil:
Bu menzil tevhid hakikatlerin-
den dört hakikat-i muazzama-i muhita ile ışıklandı-
rılmıştır.
ahirzaman:
dünyanın son zama-
nı ve son devresi, dünya hayatı-
nın kıyamete yakın son devresi.
binaen:
dayanarak.
delâil-i akliye:
akıl ile bulunan
deliller, akla ait deliller, akılla an-
laşılabilen deliller.
derç:
yerleştirme.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i keşif:
keşif ehli.
hadis-i şerif:
Peygamberimizden
aktarılan sözlerin genel adı.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, hayalî olmayan,
görülen, mevcut olan, bir şeyin
aslı ve esası.
hakikat-i muazzama-i muhita:
kapsayıcı büyük gerçek.
hakikat-i mühimme:
önemli ger-
çek.
ihbarat:
ihbarlar, bildirmeler, ha-
ber vermeler.
ilân:
duyurma, bildirme.
imtiyaz:
fark, ayrıcalık, üstünlük.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma, gö-
rülme, açığa çıkma, meydana çık-
ma.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma, doğruyu
delillerle gösterme.
itaat:
boyun eğme, uyma, dinle-
me, alınan emre göre hareket et-
me.
izah:
açıkça ortaya koyma, açık-
lama yapma, bir konuyu ayrıntı-
larıyla ortaya koyma, eksiksiz an-
latma.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kelâm:
söz, ibare, fıkra.
meal:
anlam, mana, mefhum, maz-
mun, kavram.
mecmu:
bütün hepsi.
menzil:
yer, mekân.
muhaliyet:
imkânsızlık, imkânsız
oluş.
mücbir:
zorlayan, zorlayıcı, zorla
bir şey yaptıran.
Müceddid-i Elf-i Sani:
ikinci
bin yılının müceddidi, yenile-
yicisi olan İmam-ı Rabbanî (r.a.).
(bkz. İmam-ı Rabbanî.).
müdahale:
karışma, el atma,
araya girme, sokulma.
münteha:
bir şeyin ulaşabil-
diği son yer, nihayet, son, en
son, uç.
mütekellimîn:
kelâm âlimle-
ri, kelâmcılar.
nuraniyet:
nurluluk, parlaklık,
aydınlık.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
şeffafiyet:
şeffaflık, şeffaf ol-
ma hâli, saydamlık.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için,
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu, seyrüsülûk sırasında tu-
tulan yol.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, Allah’ın varlığını, bir-
liğini, dengi ve ortağı bulun-
madığını kabul etme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı, Allah’ın bir oluşu.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zatî:
hususî, özel.
zıddiyet:
birbirine muhalif, zıt
olma hâli, zıtlık, karşıtlık.
zuhur:
görünme, meydana çık-
ma.
1.
Bir müddet tefekkür, bir senelik nafile ibadetten daha hayırlıdır. (Keşfü’l-Hafa, 1:1004.)
f
ihriST
| 1198 | Şualar