Şualar - page 1199

Birincisi
, bütün mevcudatı hadsiz muntazam su-
retler ile basit bir maddeden açan fettahiyet hakika-
tidir.
İkincisi
, zemin yüzünü rahmetin had ve hesaba
gelmeyen hediyeleriyle dolduran rahmaniyet haki-
katidir.
Üçüncüsü
, gayet muazzam ve pek sür’atli ecram-ı
semaviyeden tutun, gayet karıştırıcı unsurlara
varıncaya kadar her şeyde hükmünü yürüten
müdebbiriyet ve idare hakikatidir.
Dördüncüsü
, zeminin yüzünü istilâ eden zîhayata
ve denizlerin içlerini dolduran zîruha ve semavatın
yüzünü şenlendiren tuyura varıncaya kadar bütün
mahlûkatın rızıklarını basit bir kuru topraktan veren
ve her birine şefkat edip, merhamet eden rahîmiyet
ve rezzakıyet hakikatidir.
(HaşİYe)
Şualar | 1199 |
f
ihriST
ayrıntılarıyla ortaya koyma, ek-
siksiz anlatma.
kitle:
kütle, yığın, küme.
lillâhilhamd:
ne kadar hamd ve
şükürler varsa ve olmuşsa, cüm-
lesi Allah’a mahsustur, Ona gider,
Ona aittir.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılanlar.
melik:
hükümdar, padişah, kral.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, iyilik etmek, bî-
çarelere yardımda bulunmak, esir-
gemek.
mertebe:
derece, basamak.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar, yaratılmış şey-
lerin tamamı, kâinat.
muazzam:
ulu, muhteşem.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, sı-
ralanmış, sıralı, düzgün, tertipli.
muvakkaten:
geçici olarak, az bir
zaman için.
mübarek:
feyizli, bereketli.
müdebbir:
tedbir alan, tedbirli,
her şeyi önceden düşünen.
nihayet:
son.
rahîmiyet:
merhamet edicilik.
rahmaniyet:
Cenab-ı Hakkın kul-
larını beslemesi, koruması ve mer-
hamet etmesi vasfı.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat gös-
terme.
rezzakıyet:
rezzaklık, her mahlû-
ka münasip rızkını verici olmak.
rızık:
yiyecek, içecek şey, azık.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap, broşür.
semavat:
semalar, gökler.
seyyah:
yolcu.
suret:
şekil, biçim.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet, karşılık beklemeden yar-
dım etme.
tebdil:
değiştirme, döndürme, dö-
nüştürme, başka bir hâle getir-
me.
tefeyyüz:
ilerleme, gelişme, yük-
selme.
tuyur:
kuşlar.
üstat:
bir ilim veya sanatta üstün
olan kimse.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve var-
lığı, Allah’ın bir oluşu.
zemin:
yer.
zerre:
pek ufak parça, en küçük
parça, çok küçük parça.
zîhayat:
hayat sahibi.
zikir:
bildirme, bildirilme.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı, ha-
yattar.
agâh:
bilgili, haberli, uyanık.
ahiret:
öbür dünya, öteki dün-
ya, kıyametten sonra kurula-
cak olan âlem.
âlem-i ahiret:
ahiret âlemi.
âlem-i ebedî:
ebedî âlem, son-
suz âlem.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, gö-
rünmeyen, fakat varlığı kesin
olan ve mahiyeti Allah tara-
fından bilinen başka dünya-
lar.
âlem-i şahadet:
gözle gördü-
ğümüz, şahit olduğumuz âlem,
kâinat.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
bizzat:
kendisi, kendi, şahsen.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
delâil-i vahdaniyet:
birlik de-
lilleri.
ecram-ı semaviye:
gök cisim-
leri, yıldızlar, gezegenler.
fert:
şahıs, kişi.
fettahiyet:
her şeye lâyık bir
şekil ve suret verme sıfatı, fet-
hedicilik.
had:
sınır, son.
haşiye:
bir kitabın sayfaları-
nın kenarına veya altına yazı-
lan açıklayıcı yazı, derkenar.
ısrar:
ayak direme.
icbar:
zorlama, zorla ve isteği
dışında bir iş yaptırma, mec-
bur etme, baskı.
idare:
döndürme, çevirme, yö-
netme.
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
istilâ:
kaplama.
izah:
açıkça ortaya koyma,
açıklama yapma, bir konuyu
HaşİYe:
Bu azametli risale, baştan nihayete kadar âlem-i gayptan ge-
len ve âlem-i şahadete uğrayan ve âlem-i ahirete gitmekte olan şu insan
kitlesinin her bir ferdinin şu dünya misafirhanesinde muvakkaten oturtul-
muş bir ahiret yolcusu ve âlem-i ebediyeye gidecek bir seyyah olduğunu
izah etmekle beraber, her bir seyyahın bizzat cism-i manevîsinin elinden
tutarak otuz üç mertebede zikrettiği berahin-i ulûhiyet ve delâil-i vahdani-
yette gezdire gezdire ve tefeyyüz ettire ettire öyle bir iman-ı hakikî sahi-
bi eyler ki, bütün ehl-i küfür dünyası küfür ve dalâlet fabrikasından çıkmış
bir tek bomba olup patlasa, lillâhilhamd velminne, o mü’minin imanın-
dan zerre kadar bir şeyin eksildiği görülmez. Belki de Ashab-ı kehf’in
kendilerini dinlerinden çıkarmak için çalışan padişahlarına dedikleri gibi,
“ey melik! Agâh ol, ne yaparsan yap, senin icbar ve ısrarınla biz ne söy-
lersek, siz inanmayınız. Bizler dinlerimizi tebdil edecek değiliz” dedirtir.
Hüsrev
sevgili üstadıma ve mübarek kardeşlerime bir itizarım var: Hakkıma
isabet eden bu ehemmiyetli ve kıymetli risale ile değer azametli risaleleri
1...,1189,1190,1191,1192,1193,1194,1195,1196,1197,1198 1200,1201,1202,1203,1204,1205,1206,1207,1208,1209,...1581
Powered by FlippingBook