Şualar - page 1210

istidatlarını taşıyabilirler. Yoksa, elîm endişeler için-
de, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça
oyuncaklarıyla, haylaz bir hayatla yaşayacak. Çün-
kü, her vakit etrafında onun gibi çocukların ölme-
siyle o çocuğun ve ileride uzun arzuları taşıyan kü-
çük dimağında ve zayıf kalbinde ve mukavemetsiz
ruhunda öyle bir tesir yapar ki; hayatı ve aklı o bî-
çareye alet-i azap ve işkence edeceği zamanda, ahi-
ret imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar al-
tında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir
sevinç ve genişlik hissederek der: “Bu kardeşim ve-
ya arkadaşım öldü. Cennetin bir kuşu oldu. Bizden
daha iyi keyif eder, gezer. Ve validem öldü, fakat
rahmet-i İlâhiyeye gitti, yine beni Cennette kucağı-
na alıp sevecek. Ve ben de o şefkatli anneciğimi gö-
receğim” diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.
Hem insanın bir rub’unu teşkil eden ihtiyarlar;
yakında hayatlarının sönmesine ve toprağa girme-
lerine ve sevimli dünyalarının kapanmasına karşı te-
selliyi, ancak ve ancak ahirete imanda bulabilirler.
Yoksa o merhametli muhterem babalar ve fedakâr
şefkatli analar, öyle bir vaveylâ-i ruhî ve öyle bir
dağdağa-i kalbi çekeceklerdi ki, dünya onlara
me’yusâne bir zindan ve hayat işkenceli bir azap
olacaktı. Fakat, ahirete iman onlara der: “Merak et-
meyiniz. sizin ebedî bir gençliğiniz var, gelecek ve
gayet parlak bir hayat ve nihayetsiz bir ömür sizi
bekliyor. zayi ettiğiniz evlât ve akrabalarınızla
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
akraba:
yakınlar, aralarında soy-
ca yakınlık bulunanlar, hısımlar.
arzu:
özleme.
azap:
büyük sıkıntı, şiddetli acı.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
dağdağa-i kalbî:
kalbe ait sıkıntı,
kalp sıkıntısı.
ebedî:
ebede mensup, zeval-
siz, sonu olmayan, sürekli, hiç
son bulmayacak şekilde sü-
ren.
elîm:
çok dert ve keder ve-
ren, çok acı verici, acıklı.
endişe:
düşünce, vesvese, kuş-
ku, kuruntu, merak, kaygı, ke-
der, gam, şüphe, korku.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, fe-
da eden.
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
insaniyet:
insanlık, bütün in-
sanlar.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
işkence:
eziyet, azap, bir kim-
seye verilen maddî-manevî sı-
kıntı, zulüm.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, iyilik etmek,
bîçarelere yardımda bulun-
mak, esirgemek.
me’yusâne:
ümitsizce, ümit-
sizlikle, ümitsiz bir şekilde.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete lâyık, aziz, saygın.
mukavemet:
karşı koyma, da-
yanma, direnme, saldırı ve bas-
kıyı yok etmek için çalışma,
direniş.
nihayetsiz:
sonsuz.
rub:
dörtte bir, çeyrek.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet, karşılık bekleme-
den yardım etme.
teselli:
avutma, ümit.
tesir:
etki.
teşkil:
oluşturma.
valide:
ana, anne.
zayi:
yitik, zarar, ziyan.
zindan:
hapishane.
f
ihriST
| 1210 | Şualar
1...,1200,1201,1202,1203,1204,1205,1206,1207,1208,1209 1211,1212,1213,1214,1215,1216,1217,1218,1219,1220,...1581
Powered by FlippingBook