bulunması, hem umumî olan İslâmiyet’in ve şeriatın
tesisinde o cüz’î hâdiseler, çekirdekler hükmünde
çok ehemmiyeti meyveleri verdikleri cihetinde de
bir nevi i’cazını gösterir.
evet, ihtiyacın tekrarıyla tekrarın lüzumu haysiye-
tiyle, yirmi sene zarfında pek çok mükerrer suallere
cevap olarak ayrı ayrı çok tabakalara ders veren ve
koca kâinatı parça parça edip kıyamette şeklini de-
ğiştirecek, dünyayı kaldırıp onun yerine azametli
ahireti kuracak olan ve zerrattan yıldızlara kadar bü-
tün cüz’iyat ve külliyatın tek bir zatın elinde ve ta-
sarrufunda bulunduğunu ispat edecek ve kâinatı ve
arzı ve semavatı ve anasırı kızdıran ve hiddete geti-
ren nev-i beşerin zulümlerine mukabil, kâinatın ne-
tice-i hilkati hesabına azab-ı İlâhîyi ve hiddet-i rab-
baniyeyi gösterecek hadsiz ve nihayetsiz ve dehşet-
li ve geniş kuvvetinde, bazı cümleleri ve hadsiz de-
lillerin neticesi olan bir kısım ayetleri tekrar etmek,
değil bir kusur, belki gayet kuvvetli bir i’caz ve ga-
yet yüksek bir belâgat ve mukteza-i hâle gayet mu-
tabık bir cezalettir, bir fesahattir.
Biz burada, bu kıymetli meselenin başından bazı
yerlerine işaretle ehemmiyetini göstermek istedik.
Fakat tamamıyla göstermeye imkân olmadığı için,
tam görmek isteyenler bahçenin içine girsin ve yal-
nız bu kadarla kalmasın. Bu meselenin Hatimesinin
iki haşiyesini ve nurun kahramanı Hüsrev’in mek-
tubunu da okusun.
Şualar | 1215 |
f
ihriST
kahraman:
yiğit, cesur, bahadır,
alp.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kıyamet:
dünyanın sonu, bütün
ölülerin dirilerek mahşerde top-
lanması, varlığın bozulup dağılma-
sı, kâinatın ölümünden sonra, bü-
tün ölülerin dirilip ayağa kalkma-
ları, mahşerde toplanmaları.
külliyat:
bir şeyin bütünü, bir şe-
yin tamamı, hepsi.
mukabil:
karşı, karşılık, muadil.
mukteza-i hâl:
hâlin gerektirdiği
şekilde, hâlin gereği, duruma gö-
re, icabına göre.
mutabık:
uygun.
mükerrer:
tekrarlanmış, tekrar
olunmuş, iki veya daha fazla ya-
pılmış, tekrarlı.
netice:
sonuç.
netice-i hilkat:
yaratılışın, yaratıl-
manın neticesi, amacı.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan so-
yu; insanlar.
nevi:
çeşit.
nihayet:
son.
semavat:
semalar, gökler.
sual:
soru.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümle-
rin hepsi.
tasarruf:
sahip olma, sahiplik.
tesis:
kurma, meydana getirme.
umumî:
umuma ait, umumla ilgi-
li, herkesle alâkalı, herkese ait.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zerrat:
zerreler, çok ufak parça-
lar, moleküller, atomlar.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
anasır:
elemanlar, unsurlar, kı-
sımlar, parçalar.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si, Kur’ân’ın surelerini oluştu-
ran İlâhî söz.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
belâgat:
iyi, güzel, pürüzsüz
söz söyleme.
cezalet:
güzel anlatım.
cihet:
yan, yön, taraf.
cüz’î:
kıymetsiz, önemsiz, te-
ferruat.
cüz’iyat:
ehemmiyetsiz, de-
ğersiz, ufak tefek şeyler.
dehşet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
delil:
kılavuz, doğru yolu gös-
teren, yol gösteren.
ehemmiyet:
önem.
fesahat:
güzel ve açık konu-
şabilme.
had:
sınır, son.
hâdise:
olay.
haşiye:
bir kitabın sayfaları-
nın kenarına veya altına yazı-
lan açıklayıcı yazı, derkenar.
hatime:
son, nihayet, bitiş.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hiddet:
öfke, kızgınlık, gadap,
hışım.
i’caz:
âciz bırakma, acze dü-
şürme, âciz hâle getirme.
i’caz:
taklidi mümkün olma-
yacak derecede güzel ve düz-
gün söz söyleme.
İslâmiyet:
Müslümanlık, se-
mavî dinlerin sonuncusu.
ispat:
delil ve şahit göstere-
rek doğruyu ortaya koyma,
doğruyu delillerle gösterme.