(1)
x
»u
é o
d m
ô r
ën
H /
‘ m
äÉn
ªo
?o
¶n
c r
hn
G
(ilâahir) ayetiyle beraber o
muvazeneyi
(2)
o
ó o
Ñr
©n
f
mu’cizesinin beyanını da dünya
seyyahı Hâlık’ını aramak, bulmak, tanımak için kâ-
inatın bütün envaından ve mevcudatından otuz üç
yol ile ilmelyakin ve aynelyakin ile Ayetü’l-kübra ri-
salesinde kat’î ve gayet parlak bürhanlarla Hâlıkını
bulduğu gibi, o ayn-ı hakikat ve bir temsil manasın-
da olan seyahat-i hayaliye ile girdiği pek çok âlem-
ler ve tabakalardan üç tabakasının kuvve-i akliye ci-
hetinde bir misali, gayet muhtasar beyan edilmiştir.
(3)
o
ôn
Ñ`r
cn
G *n
G
cümlesinin otuz üç mertebesinden üç
mertebeyi beyan eden bu gelecek Arabî fıkranın bir
nevi tercümesi içinde kısa işaretlerle ulemayı ilm-i
kelâmı ve akide ulemasını pek çok meşgul eden
“ilim ve irade ve kudret-i İlâhiyenin kâinattaki cilve-
leriyle, onları aynelyakin imanla tasdik ve onlarla
Vacibü’l-Vücud’un mevcudiyetini ve vahdaniyetini
bedahetle ve ilmelyakin ile tasdik edip, tam iman et-
mekle yol açan bu Arabî fıkradır.
W
p
? r
?o
Ÿr
G p
‘ l
?j/
ôn
°T o
¬n
d r
øo
µn
j r
ºn
dn
h Gk
ón
dn
h r
ò p
î s
àn
j r
/n
…/
òs
dG ! o
ór
ªn
?r
G p
? o
bn
h
(4)
Gk
Ò/
Ñr
µn
J o
? r
ô u
Ñn
cn
h u
? t
òdG n
øp
e w
»p
dn
h o
¬n
d r
øo
µn
j r
ºn
dn
h
akide:
iman, inanılan ve itikat edi-
len esas, inanç.
âlem:
bütün yaratılmışlar.
arabî:
Arabca.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi,
Kur’ân’ın surelerini oluşturan İlâhî
söz.
aynelyakin:
gözle görür derece-
de inanma; bir şeyi görerek ve
seyrederek bilme.
ayn-ı hakikat:
hakikatin aslı, ger-
çeğin tâ kendisi.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata ih-
tiyaç olmayacak derecede açık-
lık.
beyan:
anlatma, açık söyleme, bil-
dirme, izah.
bürhan:
delil, ispat, tanık, hüccet.
cihet:
yan, yön, taraf.
cilve:
güzel ve hoş bir biçimde
görünme.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
fıkra:
kısa yazı.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
ilâahir:
sona kadar, sonuna ka-
dar.
ilmelyakin:
yakin ile bilme, bir
şeyi ilim ve delil ile kesin olarak
bilme, tanıma, kabul etme; aksi
mümkün olmayan açık, kesin ve
sağlam bilgi.
ilm-i kelâm:
kelâm ilmi, Cenab-ı
Hakkın zat ve sıfatlarından, nü-
büvvet, haşir, kader gibi imana
ait meselelerden İslâmî esaslar
dairesinde delil ve bürhana dayalı
olarak bahseden ilim.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi yap-
ma veya yapmama konusunda
karar verebilme ve bu kararı yeri-
ne getirme gücü.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kat’î:
kesin.
kudret-i İlâhiye:
Allah’ın kudreti,
Allah’ın kudretiyle yaptığı işler, fi-
iller, tasarruflar.
kuvve-i akliye:
akıl duygusu, akıl
hasleti.
mertebe:
derece, basamak.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar, yaratılmış şey-
lerin tamamı, kâinat.
mevcudiyet:
mevcut olma, var-
lık.
misal:
örnek.
muhtasar:
ihtisar edilmiş, hülâsa
edilmiş, kısaltılmış, kısa, özet.
muvazene:
iki şeyin eşit ol-
ma hâli, denklik, denge.
nevi:
çeşit.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
seyahat-i hayaliye:
hayal ile
yapılan yolculuk.
seyyah:
yolcu.
tasdik:
onaylama.
temsil:
benzetme.
tercüme:
bir sözü bir dilden
başka bir dile çevirme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı, Allah’ın bir oluşu.
1.
Yahut [onların amelleri] derin bir denizin karanlıklarına benzer. (Nur Suresi: 40.)
2.
[Yalnız Sana] ibadet ederiz. (Fatiha Suresi: 5.)
3.
Allah en büyük, en yücedir.
4.
De ki: Hamd olsun o Allah’a ki, evlât edinmekten münezzehtir, mülkünde ortağı bulunmaz
ve hiçbir şeyden de âciz değildir ki yardımcıya ihtiyacı olsun. Ve hürmet ve tazim ile Onun
yüceliğini an. (İsra Suresi: 111.)
f
ihriST
| 1234 | Şualar