resaili’n-nur Şakirtleri az bir zaman sonra tezahür ettik-
lerinden bu ayetin efrad-ı kesîresinden bu asırda bir mâ-
sadakı onlar olduğuna bir emaredir.
(1)
Én
æn
d r
ôp
Ør
ZGn
h
cümlesi
bin üç yüz altmışa bakıyor. demek bundan beş altı sene
sonra istiğfar devresidir. resaili’n-nur Şakirtleri o zaman-
da istiğfar dersini vereceğini remzen bir imadır.
YİRMİNCİAYET:
(2)
n
Ú/
æp
erD
ƒo
ªr
?p
d l
án
ªr
Mn
Qn
h l
AÉn
Øp
°T n
ƒo
g Én
e p
¿'
Gr
ôo
?r
dG n
øp
e o
?u
õn
æo
fn
h
Şu ayet-i azîme sarihan Asr-ı saadette nüzul-i kur’ân’a
baktığı gibi, sair asırlara dahi mana-i işarîsiyle bakar. Ve
kur’ân’ın semasından ilhamî bir surette gelen şifadar nur-
lara işaret eder. İşte
doğrudan doğruya tabib-i kulûp olan
Kur’ân-ı Hakîm’in feyzinden ve ziyasından iktibas olunan
Risaletü’n-Nur
, benim çok tecrübelerimle umum manevî
dertlerime şifa olduğu gibi, resaili’n-nur Şakirtleri dahi
tecrübeleriyle beni tasdik ediyorlar. demek resaili’n-nur
bu ayetin bir mana-i işarîsinde dâhildir. Ve bu duhulüne
bir emare olarak,
(3)
n
Ú/
æp
er
D
ƒo
ªr
?p
d l
án
ªr
Mn
Qn
h l
AÉn
Øp
°T n
ƒo
g Én
e
’nin makam-ı cifrîsi bin üç
yüz otuz dokuz ederek, aynı tarihte kur’ân’dan ilham olu-
nan resaili’n-nur bu asrın manevî ve müthiş hastalıkları-
na şifa olmakla meydana çıkmaya başlamasından, bu ayet
ona hususî remzettiğine bana kanaat veriyor. Ben kendi
kanaatimi yazdım. kanaate itiraz edilmez.
asır:
yüzyıl.
asr-ı Saadet:
saadet, mutluluk as-
rı; Peygamberimiz (a.s.m) ve Dört
Halifenin yaşadığı devire verilen
ad.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ayet-i azîme:
büyük ve azametli
ayet.
dâhil:
girme, içinde olma.
devre:
dönem.
duhul:
içeri girme, dâhil oluş.
efrad-ı kesîre:
çok kişiler.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
feyiz:
bolluk, bereket; ihsan, ba-
ğış.
hususî:
özel.
iktibas:
alıntı.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına baş-
vurmadan Allah tarafından insa-
nın kalbine veya zihnine indirilen
mana.
ilhamî:
ilham ile elde edilen, il-
ham ile ulaşılan.
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme.
istiğfar:
tevbe etme, Allah’tan gü-
nahlarının bağışlanmasını isteme.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam,
cifir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
mana-i işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mâsadak:
doğrulayıcı, tasdik et-
mek.
mü’min:
iman eden, inanan.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nüzul-s Kur’ân:
Cenab-ı Hakkın
kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’in in-
dirilmesi, insanlığa ihsan edilmesi
ve gönderilmesi.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlâhî emir ve ya-
sakları insanlara tebliğ eden
elçi, nebî.
rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
diği nimetlerle mahlûkatı ıs-
lah ve terbiye eden Allah.
remiz:
işaret, işaretle anlatma,
isteğini işaretle ifade etme.
remzen:
remiz ile, işaret ede-
rek, işaretle.
sair:
diğer, başka, öteki.
şakirt:
talebe, öğrenci.
sarihan:
açıkça, açık olarak.
sema:
.
şifadar:
şifa verici, şifalı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tâbi:
birinin arkasından giden,
ona uyan, itaat eden.
tabib-i kulûp:
kalplerin tabibi,
kalplerin doktoru; kalp dokto-
ru.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
tezahür:
zuhur etme, ortaya
çıkma, meydana çıkma, belir-
me, görünme.
umum:
bütün.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, parlak-
lık.
1.
Bizi bağışla. (Tahrim Suresi: 8.)
2.
Biz Kur’ân’dan mü’minler için bir şifa ve rahmet olan şeyi indiriyoruz. (İsra Suresi: 82.)
3.
Mü’minler için bir şifa ve rahmet olan şey. (İsra Suresi: 82.)
B
irinci
Ş
ua
| 1094 | Şualar