ONSEKİZİNCİAYET:(1)
n
¿ho
ƒp
dÉn
¨r
dG o
ºo
g $G n
Ür
õp
Ms
¿p
G
’dir.
Bu ayet mealiyle hizbullahın zahirî mağlûbiyetinden ge-
len me’yusiyeti izale için kudsî bir teselli verir ve hizbul-
lah olan hizb-i kur’ânînin hakikatte ve akıbette galebesi-
ni haber verir. Ve bu asırda hizb-i kur’ânînin hadsiz efra-
dından resaili’n-nur Şakirtleri tezahür ettiklerinden bu
ayetin küllî manasında hususî dahil olmalarına bir emare
olarak makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz elli adedi ile resa-
ili’n-nur Şakirtlerinin zahiri mağlûbiyetleri ve bir sene
sonra mahpusiyetleri içinde manevî galebeleri ve meta-
netleri ve haklarında yapılan müthiş imha plânını akim
bırakan ihlâsları ve kuvve-i maneviyeleri tezahür etmesi-
nin rumî tarihi olan bin üç yüz elli ve elli bir ve elli iki
adedine tam tamına tevafuku elbette şefkatkârâne, tesel-
liyettarâne bir remz-i kur’ânîdir.
ONDOKUZUNCUAYET:
n
¿ƒo
dƒo
?n
j r
ºp
¡p
fÉn
ªr
jn
Ép
Hn
h r
ºp
¡j/
ór
jn
G n
ør
«n
H »'
©r
°ùn
j r
ºo
go
Qƒo
f o
¬n
©n
e Gƒo
`æn
e'
G n
øj/
òs
dGn
h
(2)
Én
æn
d r
ôp
Ør
ZGn
h Én
fn
Qƒo
f Én
æn
d r
ºp
ªr
Jn
G BÉ n
æ s
`Hn
Q
Şu ayetin umum manasındaki tabakalarından bir taba-
ka-i işariyesi bu asra dahi bakıyor. Çünkü
(3)
Én
fn
Qƒo
f Én
æn
d r
ºp
ªr
Jn
G BÉ n
æ s
`Hn
Q n
¿ƒo
dƒo
?n
j
hem manaca kuvvetli münase-
beti var, hem cifirce bin üç yüz yirmi altı ederek o tarih-
teki Hürriyet İnkılâbından neş’et eden fırtınaların hengâ-
mında her şeyi sarsan o fırtınaların ve harblerin zulüma-
tından kurtulmak için nur arayan mü’minler içinde,
Şualar | 1093 |
B
irinci
Ş
ua
hususî:
özel.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
imha:
ortadan kaldırma, mahvet-
me.
inkılâp:
değişme, dönüşüm, kök-
lü değişme.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
kuvve-i maneviye:
manevî güç,
moral.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
mahpusiyet:
tutukluluk hâli.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam,
cifir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
meal:
mana, anlam, mefhum.
metanet:
metin olma, dayanıklı-
lık, sağlamlık.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
mü’min:
iman eden, inanan.
münasebet:
münasiplik, uygun ol-
ma.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
remz-i Kur’ânî:
Kur’ân’a ait remiz,
işaret.
rumî:
Rumî tarih ve sene, Rumî
takvim.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkatkârâne:
şefkatli ve merha-
metli bir şekilde.
tabaka:
derece, kat.
tabaka-i işariye:
işarî tabaka;
Kur’ân’ın işarî manası.
teselli:
avunma.
teselliyettarâne:
teselli edene, te-
selli verene yakışır şekilde.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
tezahür:
zuhur etme, ortaya çık-
ma, meydana çıkma, belirme, gö-
rünme.
umum:
bütün.
zahirî:
görünürde.
zulümat:
karanlıklar.
akıbet:
nihayet, son.
akim:
neticesiz, sonu yok, ba-
şarısız.
asr:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
cifir:
harflere verilen sayı kıy-
meti ile geleceğe veya geçen
hâdiselere, ibarelerden tarih
veya isme dair işaretler çıkar-
mak ilmî.
dâhil:
girme, içinde olma.
efrat:
fertler.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek.
harp:
savaş.
hengâm:
zaman, sıra.
hizb-i Kur’ânî:
Kur’ân ayetle-
rinden bir kısmının bir araya
getirilmiş hâli.
hizbullah:
Allah’ın taraftarı, Al-
lah’a bağlı olan topluluk.
1.
Şüphesiz Allah’a tâbi olan topluluk gerçek galiplerin tâ kendisidir. (Mâide Suresi: 56.)
2.
[Peygamberle] beraber olan mü’minlerin nurları önlerinden ve arkalarından koşarak Cen-
nete yol gösterirken, onlar da, “Ey Rabbimiz, nurumuzu tamamla ve bizi bağışla” derler.
(Tahrim Suresi: 8.)
3.
Ey Rabbimiz, “Nurumuzu tamamla” derler. (Tahrim Suresi: 8.)