başlangıcı zamanında resaili’n-nur’un başlangıcı olan
İşaratü’l-İ’caz
tefsirinin tarih-i telifine tam tamına teva-
fukla beraber, şeddeli
¥
iki
¥
sayılmak cihetiyle bin üç
yüz kırk dokuz ederek, Harb-i Umumînin verdiği sarsıntı-
lar zamanında resaili’n-nur’un
(1)
*G n
»p
Ñr
°ùn
M
diyerek ehl-i
dünyadan hiçbir yerde himaye görmeden belki tehacü-
me hedef olmakla beraber çekinmeyerek yalnız başlarıy-
la müşkülât içinde envar-ı kur’âniyeyi neşrettikleri aynı
tarihe tam tamına tevafuku ise, her cihetiyle ayn-ı şuur
olan âyâtta elbette tesadüfî olamaz. Belki bu gibi ayetler,
en müşkül zaman olan bu asra dahi hususî bakarlar ve o
âyâtı kendilerine rehber ittihaz eden bir kısım şakirtleri-
ne hususî iltifat edip, iltifatlarıyla teşci ederler.
Bu ayet, sabık ayetler gibi münasebet-i maneviyesi ger-
çi zahiren görünmüyor, fakat bir cihetle resaili’n-nur ile
bir nevi münasebeti vardır. Şöyle ki:
on üç senedir,
(HaşİYe)
bu ayet risaletü’n-nur Müellifi-
nin ve sonra has şakirtlerinin, mağripten sonra bir vird-i
hususîleridir. Hem bu ayetin manasına bu zamanda tam
mazhar ve herkes onlardan çekinmesinden fütur getirme-
yerek,
*G n
»p
Ñr
°ùn
M
deyip mütevekkilâne müşkülât-ı azîme
içinde envar-ı imaniyeyi ve esrar-ı kur’âniyeyi neşreden
ehl-i imanı me’yusiyetten kurtaran başta risaletü’n-nur
ve şakirtleridir.
HaşİYe:
telif tarihine göredir.
asır:
yüzyıl.
âyât:
Kur’ân ayetleri.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ayn-ı şuur:
tam şuurluluk.
cihet:
yön.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dün-
ya adamı, ahireti düşünmeyen.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
envar-ı imaniye:
iman nurları,
imana ait parıltılar.
envar-ı Kur’âniye:
Kur’ân nurları,
Kur’ân’ın saçtığı parıltılar, ışıklar.
esrar-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın sırları,
Kur’ân’a ait gizlilikler.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, bezgin-
lik, usanma, usanç, bıkma.
gerçi:
öyle ise de, her ne kadar.
Harb-i umumî:
genel harp, dün-
ya savaşı.
haşiye:
dipnot.
himaye:
koruma, muhafaza etme.
hususî:
özel.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini ye-
rine getirme, Allah’a karşı kulluk
vazifesini yapma.
ilâh:
kendisine ibadet edinilen ve
tapınılan şey.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü çe-
virip bakma.
ittihaz:
edinme, alma.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
mağrip:
güneşin batma vakti, ak-
şam.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
müellif:
eser telif eden, yazan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münasebet-i maneviye:
manevî
münasebet, yakınlık, irtibat.
müşkül:
güç, zor, çetin.
müşkülât:
müşküller, güçlükler,
zorluklar.
müşkülât-ı azîme:
çok büyük zor-
luklar.
mütevekkilâne:
tevekkül içinde
olarak, kendi gücünü aşan kısmını
Allah’a havale ederek.
neşir:
kitap yazma, basma, çıkar-
ma; herkese duyurma, yayma.
neşr:
herkese duyurma, yay-
ma, tamim.
nevi:
çeşit, tür.
peygamber:
Allah tarafından
haber getirerek İlâhî emir ve
yasakları insanlara tebliğ eden
elçi, nebî.
rehber:
yol gösteren, kılavuz.
sabık:
geçen, önceki.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şedde:
Arabca ve Farsçada iki
defa okunması gereken bir
harfin üzerine konulan ve o
harfi iki defa okutan işaret.
tarih-i telif:
yazılış tarihi.
tefsir:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıkla-
mak maksadıyla yazılan kitap.
tehacüm:
hücum etme, top-
luca hücum etme, saldırma.
telif:
eser yazma.
tesadüfî:
tesadüfle ilgili, rast-
gele, tesadüf olarak.
teşci:
cesaret verme, cesaret-
lendirme.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
tevekkül:
bir işi gerçekleşme-
si için gereken çalışmayı ve
çabayı gösterip sebeplere baş-
vurduktan sonra işi Allah’a bı-
rakma.
vird-i hususî:
özel virt, dua, zi-
kir.
zahiren:
görünüşte.
1.
Allah bana yeter. (Tevbe Suresi: 129.)
B
irinci
Ş
ua
| 1092 | Şualar