Birisi şudur ki
:
risalei’n-nur’un müstesna bir has-
sası ism-i
Hakem
ve
Hakîm
’in mazharı olup, bütün safa-
hatında, mebahisinde nizam ve intizam-ı kâinatın âyine-
sinde ism-i
Hakem
ve
Hakîm
’in cilveleri olan hikmet-i kud-
siyeyi ve hikemiyat-ı kur’âniyeyi ders veriyor. Mevzuu ve
neticesi hikmet-i kur’âniyedir.
İkinci emare
:
Birinci ayet
, bin üç yüz yirmi iki ede-
rek, makam-ı ebcedî ile risalei’n-nur Müellifinin doğ-
rudan doğruya ulûm-i âliyeden (
¬n
«p
d'
G
) başını kaldırıp hik-
met-i kur’âniyeye müteveccih olarak hadimü’l-kur’ân va-
ziyetini aldığı tarihtir ki; bir sene sonra İstanbul’a gitmiş,
manevî mücahedesine başlamış.
İkinci ayet ise
, makam-ı cifrîsi bin üç yüz iki ederek,
risale-i nur Müellifinin kur’ân dersini aldığı tarihe tam
tamına tevafukla, remzen kur’ân’ın bâhir bir bürhanı olan
resaili’n-nur’a bakar.
Üçüncü ayet ise
, bin üç yüz otuz sekiz olduğundan,
hikmet-i kur’âniyeyi Avrupa hükemasına karşı parlak bir
surette gösterebilen ve gösteren risalei’n-nur müellifi dâ-
rülhikmeti’l-İslâmiyede hikmet-i kur’âniyeyi müdafaa et-
mekle, hatta İngilizin Başpapazı sual ettiği ve altı yüz ke-
lime ile cevap istediği altı sualine altı kelime ile cevap ver-
mekle beraber, inzivaya girip bütün gayretiyle kur’ân’ın
ilhamatından risale-i nur’un meselelerini iktibasa başla-
dığı aynı tarihe tam tamına tevafukla remzen bakar.
Şualar | 1087 |
B
irinci
Ş
ua
lan netice, sayı değeri.
makam-ı ebcedî:
ebcetle ilgili ma-
kam, ebcedî mana, ebcedî hesap.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mazhar:
bir şeyin çıktığı yer, zu-
hur ettiği, göründüğü yer.
mebahis:
mebhaslar, bahis olu-
nanlar, konular.
mesele:
önemli konu.
mevzu:
konu.
mücahede:
savaşma, mücadele.
müdafaa:
savunma.
müellif:
eser telif eden, yazan.
müstesna:
benzerlerinden üstün
olan, seçkin, mümtaz.
müteveccih:
bir cihete dönen, yö-
nelen.
nizam:
düzen.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
safahat:
safhalar, devreler.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
ulûm-i âliye:
alet ilimleri, gramer,
sarf, nahiv, sintaks gibi başka bil-
gilerin öğrenilmesine yardımcı
olan ilimler.
vaziyet:
durum.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
âyine:
ayna.
bâhir:
apaçık, aşikâr.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cilve:
tecelli, görüntü.
Dârülhikmeti’l-İslâmiye:
1918-1922 yılları arasında bü-
yük hizmetler yapmış olan İs-
lam akademisi veya Yüksek
İslam Şûrası manasındaki dinî
müessese.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
hadimü’l-Kur’ân:
Kur’ân hiz-
metkârı, Kur’ân’a hizmet eden.
hassa:
bir şeye mahsus olan
özellik, nitelik.
hikemiyat-ı
Kur’âniye:
Kur’ân’da geçen ibret verici
hâdiseler.
hikmet-i kudsiye:
kusursuz
ve eksiksiz hikmet.
hikmet-i Kur’âniye:
Kur’ân’a
mahsus hikmet, Kur’ân’ın hik-
meti.
hükema:
filozoflar.
iktibas:
alıntı.
ilhamat:
ilhamlar, gönle doğ-
malar, kalbe gelmeler.
intizam-ı kâinat:
kâinattaki
düzen, sistem.
inziva:
bir köşeye çekilme, tek
başına yaşama, dünya işlerin-
den vazgeçme, dünyadan el-
etek çekme.
ism-i Hakîm:
Hakîm ismi; Ce-
nab-ı Hakkın hikmetle, fayda-
ları takip ederek iş gören ma-
nasındaki ismi.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-
dirilmiş, semavî kitapların so-
nuncusu.
makam-ı cifrî:
cifre ait ma-
kam, cifir hesabına göre ulaşı-