otuz beş adediyle risalei’n-nur’un fatihası olan
İşaratü’l-
İ’caz
tefsirinin Fatiha suresi’yle el-Bakara suresi’nin ba-
şına ait kısmı basmakla intişar tarihi olan bin üç yüz otuz
beş veya altıya tevafukla, remzî bir perdeden ona baktı-
ğına bir emaredir.
BEŞİNCİAYET:
(1)
¢p
SÉs
ædG ?p
a /
¬p
H »/
°ûr
ªn
j Gk
Qƒo
f o
¬n
d Én
ær
?n
©n
Ln
h o
?Én
ær
«n
«r
Mn
Én
a Ék
à`r
«n
e n
¿Én
c r
øn
en
hn
G
’dir. Bu ayetin remzi lâtiftir. Çünkü hem kuvvetli müna-
sebet-i maneviye ile, hem cifirle efrad-ı kesîresi içinde hu-
susî bir surette risalei’n-nur ve müellifine bakıyor. Şöyle
ki:
(2)
Ék
à`r
«n
e
kelimesi, tenvin,
nun
sayılmak cihetiyle, beş yüz
ederek saidü’n-nursî adedi olan beş yüze tevafukla, işa-
ret ediyor ki, “saidü’n-nursî dahi meyyit hükmünde idi,
risaletü’n-nur ile ihya edildi, onunla hayat buldu.”
evet,
(3)
Gk
Qƒo
f o
¬n
d Én
ær
?n
©n
Ln
h o
?Én
ær
«n
«r
Mn
Én
a Ék
à`r
«n
e n
¿Én
c r
øn
en
hn
G
’deki iki
ten-
vin
,
¿
’durlar. Bin üç yüz otuz dört eder ki, o aynı zaman-
da (Arabî tarihle), said Umumî Harbde maddî ve dehşetli
bir mevtten dahi harika bir tarzda kurtulması ve felsefe
ve gafletten gelen manevî ve şiddetli bir ölümden necat
bulması ve kur’ân’ın âb-ı hayatıyla taze bir hayata girme-
si tarihidir. Bu tevafuk-i manevî ve muvafakat-i cifriye, de-
lâlet derecesinde bir işarettir.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
arabî:
Arabcaya ait, Arap dili ile il-
gili.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdisele-
re, ibarelerden tarih veya isme da-
ir işaretler çıkarmak ilmî.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
efrad-ı kesîre:
çok kişiler.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımından inceleyen
ilim.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik, Al-
lah’tan uzaklaşıp nefsin arzuları-
na dalmak.
harika:
olağanüstü.
harp:
savaş.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ihya:
canlandırma, diriltme, hayat
verme.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
lâtif:
güzel, hoş.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mevt:
ölüm.
meyyit:
ölmüş, ölü.
muvafakat-ı cifriye:
.
müellif:
eser telif eden, yazan.
münasebet-i maneviye:
ma-
nevî münasebet, yakınlık, irti-
bat.
necat:
kurtuluş, kurtulma, ha-
lâs, selâmet.
remiz:
kelime ve cümleye
yüklenilmiş gizli mana, şifre,
sembol.
remzî:
remizli, işaretli olarak.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıl-
dığı 114 bölümden her biri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tefsir:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıkla-
mak maksadıyla yazılan kitap.
tenvin:
Arabca bir kelimenin
sonunu nun gibi okutmak
üzere konulan işaret; kelime-
nin sonuna iki üstün (en), iki
esre.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
tevafuk-i manevî:
mananın
uygunluğu, denk gelmesi.
umumî:
herkese ait, genel.
1.
Ölü iken iman ile diriltip nura kavuşturduğumuz ve halk içinde o nur ile doğru yolda yürü-
yen kimse... (En’am Suresi: 122.)
2.
Ölü iken... (En’am Suresi: 122.)
3.
Ölü iken iman ile diriltip nura kavuşturduğumuz kimse. (En’am Suresi: 122.)
B
irinci
Ş
ua
| 1078 | Şualar