ilimce tekemmül etmesi, tahsilden tedrise başladığı ve üç
ayda bir kış içinde on beş senede medresece okunan yüz
kitaptan ziyade okuduğu ve o zamanın o muhitte en
meşhur ulemasının yanında o üç ayın mahsulü on beş
senesinin mahsulü kadar netice verdiği çok mükerrer
imtihanlarla
(HaşİYe)
ve hangi ilimden olursa olsun sorulan
her suale karşı cevab-ı savab vermekle ispat ettiği aynı
tarihe tam tamına tevafukla remzen risale-i nur’un
istikametine bir işarettir.
ÜÇÜNCÜAYET-İMEŞHURE:
(1)
Én
æn
?o
Ño
°S r
ºo
¡s
æ`n
jp
ór
¡n
æn
d Én
æ«/
a Gho
ón
gÉn
L n
øj/
òs
dGn
h
ayeti kuvvetli müna-
sebet-i maneviyesiyle beraber, cifirce bin üç yüz kırk dört
eder ki, o tarihte risale-i nur’un şakirtleri gibi bu ayetin
manasına daha ziyade mazhar olanlar zahiren görülmü-
yor. demek bu ayet, manasının müteaddit tabakaların-
dan işarî bir tabakadan ve remzî bir perdeden kur’ân’ın
parlak bir tefsiri olan risale-i nur’a bakıyor ve en evvel
nazil olan sure-i Alâk’ta
(2)
»'
¨r
àn
«n
d n
¿Én
°ùr
fp
’r
G s
¿
p
G
ayeti gibi ma-
nasıyla ve makam-ı cifriyle ifade ediyor ki, bin üç yüz kırk
dörtte nev-i insan içinde firavunâne emsalsiz bir tuğyan,
bir inkâr çıkacak.
(3)
Én
æ«/
a Gho
ón
gÉn
L n
øj/
òs
dGn
h
ayeti ise, o tuğya-
na karşı mücahede edenleri sena ediyor.
HaşİYe:
Bu beyanat-ı methiye said’e ait değildir. Belki kur’ân’ın bir til-
mizini, bir hadimini “said” (ra) lisanıyla ve hâliyle tarif eder; tâ hizme-
tine itimat edilsin.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ayet-i meşhure:
meşhur ayet.
cevab-ı savab:
doğru olan cevap,
karşılık; doğru cevap.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdisele-
re, ibarelerden tarih veya isme da-
ir işaretler çıkarmak ilmî.
emsalsiz:
benzersiz.
evvel:
önce, ilk.
firavunâne:
firavunca, dinsizce, al-
çakça.
haşiye:
dipnot.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
istikamet:
doğruluk; inanç, düşün-
ce, niyet, tutum ve davranışta Al-
lah’ın rızasına uygun olarak doğ-
ru yol üzere olma.
işarî:
bir kelimenin açık manasına
bağlı olarak ikinci ve üçüncü de-
recede işaret yolu ile yapılan açık-
lama.
mahsul:
ürün.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam,
cifir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
meşhur:
tanınmış, şöhretli, ünlü.
muhit:
yöre, çevre.
mücahede:
savaşma, mücadele.
mükerrer:
tekrarlanmış, tekrar
olunmuş.
münasebet-i maneviye:
ma-
nevî münasebet, yakınlık, irti-
bat.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nazil:
nüzul eden, inen.
nev-i insan:
insan türü, insa-
noğlu.
remzen:
remiz ile, işaret ede-
rek, işaretle.
remzî:
remizli, işaretli olarak.
sena:
methetme, övme.
sual:
soru.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tabaka:
derece, kat.
tahsil:
ilim öğrenme, bilgi
edinme, öğrenim.
tedris:
okutma, ders verme.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
tekemmül:
olgunlaşma, ke-
male erme, mükemmelleşme.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
tuğyan:
zulüm, haksızlık ve
küfürde ileri gitme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
zahiren:
görünüşte.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Bizim uğrumuzda cihad edenlere Biz yollarımızı gösteririz... (Ankebut Suresi: 69.)
2.
Şüphesiz ki insan azgınlaşır. (Alâk Suresi: 6.)
3.
Bizim uğrumuzda cihad edenler. (Ankebut Suresi: 69.)
B
irinci
Ş
ua
| 1076 | Şualar