işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni
hodbinlikle ittiham edenlere hakkımı helâl etmem. Bu çok
ehemmiyetli suale karşı iki-üç saat zarfında birden
kur’ân’ın âyât-ı meşhuresinden “sözler” adedince otuz
üç ayetin hem manasıyla, hem cifirle risale-i nur’a işa-
retleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda
otuz üç ayet müttefikan risale-i nur’u remizleriyle gös-
terdiği, hayal meyal görüldü.
pl
İ
HTaR
:
en evvel yirmi dördüncü ayetin başında zikredilen ih-
tara dikkat etmek lâzımdır. o ihtarın yeri başta idi, fakat ora-
da hatıra geldi, oraya girdi.
İ
KİNCİ
B
İR
İ
HTaR
:
tevafukla işaretler, eğer münasebat-ı ma-
neviyeye istinat etmezse ehemmiyeti azdır. eğer münasebet-i
maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hük-
münde olsa ve müstesna bir liyakati bulunsa, o vakit tevafuk
ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare
olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya
remiz, ya işaret, ya delâlet hükmünde onu gösterir. İşte ge-
lecek âyât-ı kur’âniyenin risale-i nur’a işaretleri ve tevafuk-
ları ekseriyetle kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinat
ederler. evet bu gelecek âyât-ı meşhure müttefikan on üçün-
cü asrın ahirine ve on dördüncü asrın evveline cifirce bakı-
yorlar ve kur’ân ve iman hesabına bir hakikate işaret edi-
yorlar. Ve medar-ı teselli bir nurdan haber veriyorlar. Ve o
zamanın dalâlet fitnesinden gelen şübehatı izale edecek
kur’ânî bir bürhanı müjde veriyorlar.
Şualar | 1067 |
B
irinci
Ş
ua
olma.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kelâm:
söz, konuşma, nutuk.
Kur’ânî:
Kur’ân’a uygun, Kur’ân’a
ait.
liyakat:
lâyık olma, ehliyet.
mâsadak:
doğrulayıcı, tasdik et-
mek.
medar-ı teselli:
ferahlık sebebi,
teselli kaynağı.
münasebat-ı maneviye:
manevî
münasebetler.
müstesna:
benzerlerinden üstün
olan, seçkin, mümtaz.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
nokta-i nazar:
görüş açısı, bakış
açısı; görüş, fikir.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
remiz:
kelime ve cümleye yükle-
nilmiş gizli mana, şifre, sembol.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şübehat:
şüpheler.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
zarfında:
süresince.
zikretmek:
anmak, bildirmek.
ahir:
son.
asır:
yüzyıl.
âyât-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayetleri.
âyât-ı meşhure:
meşhur ayet-
ler.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cifir:
harflere verilen sayı kıy-
meti ile geleceğe veya geçen
hâdiselere, ibarelerden tarih
veya isme dair işaretler çıkar-
mak ilmî.
dâhil:
içinde, giren.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehemmiyetli:
önemli.
ekseriyetle:
daha ziyadesiyle,
çoklukla, çoğunlukla.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
evvel:
önce.
fitne:
azgınlık, baştan çıkarma,
azdırma.
hakikat:
gerçek, esas.
hodbin:
kendini düşünen,
kendi menfaatini ön plâna çı-
karan, bencil.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
icmalen:
kısaltarak, kısaca,
özetle.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iman:
inanç, itikat.
istinat:
dayanma, delil olarak
kabul etme.
işarat:
işaretler, haber verme-
ler.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında