Amma risale-i nur’un kıymet ve ehemmiyetine işarî
ve remzî bir tarzda Hazret-i Ali
(
rA
)
ve gavs-ı Azam’ın
(
rA
)
ihbaratı nev’inden, kur’ân-ı Mu’cizülbeyan dahi bu za-
manda bir mu’cize-i maneviyesi olan risale-i nur’a na-
zar-ı dikkati celp etmesine mana-i işarî tabakasından ru-
muz ve imaları, i’cazının şe’nindendir. Ve o lisan-ı gay-
bın belâgat-i mu’cizekârânesinin muktezasıdır.
evet, eskişehir hapishanesinde dehşetli bir zamanda
ve kudsî bir teselliye çok muhtaç olduğumuz hengâmda,
manevî bir ihtarla, “risale-i nur’un makbuliyetine eski
evliyalardan şahit getiriyorsun. Hâlbuki
(1)
m
Ú/
Ño
e m
ÜÉn
à`p
c »/
a s
’p
G m
¢ùp
HÉn
j n
’n
h m
Ör
Wn
Qn
’n
h
sırrıyla, en ziyade
bu meselede söz sahibi kur’ân’dır. Acaba risale-i nur’u
kur’ân kabul eder mi? ona ne nazarla bakıyor?” denil-
di. o acip sual karşısında bulundum. Ben de kur’ân’dan
istimdat eyledim. Birden otuz üç ayetin mana-i sarihinin
teferruatı nev’indeki tabakattan mana-i işarî tabakasın-
dan ve o mana-i işarî külliyetinde dâhil bir ferdi risale-i
nur olduğunu ve duhulüne ve medar-ı imtiyazına birer
kuvvetli karine bulunmasını bir saat zarfında hissettim.
Ve bir kısmı bir derece izahlı ve bir kısmını mücmelen
gördüm. kanaatime hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve
vesvese kalmadı. Ve ben de ehl-i imanın imanını risale-i
nur ile takviye etmek niyetiyle o kat’î kanaatimi yazdım
ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim.
Ve o risalede biz demiyoruz ki, âyâtın mana-i sarihi
budur. tâ hocalar “fîhi nazarun” desin. Hem dememişiz
ki, mana-i işarînin külliyeti budur. Belki diyoruz ki,
Şualar | 1061 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
işarî:
bir kelimenin açık manasına
bağlı olarak ikinci ve üçüncü de-
recede işaret yolu ile yapılan açık-
lama.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
kat’î:
kesin.
kıymet:
değer.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.
lisan-ı gayp:
gaybın haberlerini
bildiren dil, ahiret ahvalini veya
bizce bilinmeyen gayp hükmün-
deki haberleri söyleyen, Kur’ân-ı
Kerîm.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
makbuliyet:
makbullük, beğenil-
mişlik, geçerlilik.
mana-i işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
mana-i sarih:
açık mana, remiz
ve ima yoluyla değil açık anlatım.
mana-yı işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
medar-ı imtiyaz:
imtiyaz vesilesi,
farklı ve üstün olma sebebi.
mesele:
önemli konu.
mu’cize-i manevîye:
maneviyat-
la ilgili mu’cize.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
mücmelen:
kısa ve özlü bir şekil-
de, kısa olarak, kısaltarak, az şe-
kilde, özet olarak.
nazar:
bakış, dikkat.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nevi:
çeşit, tür.
remzî:
remizli, işaretli olarak.
rumuz:
remizler, işaretler; manası
gizli olan sözler, ince nükteler.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
sual:
soru.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
tabaka:
kat, katman.
tabakat:
tabakalar.
takviye:
kuvvetlendirme, sağlam-
laştırma.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teferruat:
ayrıntılar, dallar, bölüm-
ler.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve esas-
sız düşünce.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşün-
ce.
zarfında:
süresince.
ziyade:
çok, fazla.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
amma:
ama, lâkin, ancak.
âyât:
Kur’ân ayetleri.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
belâgat-i mu’cizekârâne:
mu’-
cize derecesinde olan belâgat,
mu’cize derecesindeki üslûp
ve ifade tarzı.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
dâhil:
içinde, giren.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
duhul:
içeri girme, dâhil oluş.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
evliya:
veliler, Allah dostları.
fîh-i nazaran:
ona bir bak-
mak, tetkik etmek lâzımdır.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs,
Abdülkadir-i Geylânî Hazretle-
rinin namı.
hengâm:
zaman, sıra.
i’caz:
mu’cizelik, insanların ben-
zerini yapmaktan âciz kaldık-
ları şeyi yapmak.
ihbarat:
ihbarlar, bildirmeler,
haber vermeler.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade
etme.
iman:
inanç, itikat.
istimdat:
medet dileme, im-
dat isteme, yardıma çağırma.
1.
Yaş ve kuru ne varsa apaçık bir kitapta yazılmıştır. (En’am Suresi: 59.)