Çoklar tarafından hem bana, hem bazı nur kardeşleri-
me sual etmişler ve ediyorlar: “neden bu kadar muarız-
lara karşı ve muannit feylesoflara ve ehl-i dalâlete muka-
bil risale-i nur mağlûp olmuyor? Milyonlar kıymettar ha-
kikî kütüb-i imaniye ve İslâmiyenin intişarlarına bir dere-
ce set çekmekle ve sefahat ve hayat-ı dünyeviyenin lez-
zetleriyle çok bîçare gençleri ve insanları hakaik-ı imani-
yeden mahrum bırakıyorlar. Hâlbuki en şiddetli hücum
ve en gaddarâne muamele ve en ziyade yalanlarla ve aley-
hinde yapılan propagandalarla risale-i nur’u kırmak, in-
sanları ondan ürkütmek ve vazgeçirmeye çalıştıkları hâl-
de, hiçbir eserde görülmediği bir tarzda risale-i nur’un
intişarı, hatta çoğu el yazması ile altı yüz bin nüsha risa-
lelerinden kemal-i iştiyakla perde altında intişar etmesi ve
dâhil ve hariçte kemal-i iştiyakla kendini okutturmasının
hikmeti nedir? sebebi nedir?” diye, bu mealde çok sual-
lere karşı elcevap deriz ki:
kur’ân-ı Hakîm’in sırr-ı i’cazıyla, hakikî bir tefsiri olan
risale-i nur, bu dünyada bir manevî cehennemi dalâlet-
te gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevî bir
cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların ve fena-
lıkların ve haram lezzetlerin içinde, manevî elîm elemleri
gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-ı şeriatın
amelinde cennet lezaizi gibi manevî lezzetler bulunduğu-
nu ispat ediyor. sefahat ehlini ve dalâlete düşenleri o ci-
hetle, aklı başında olanlarını kurtarıyor. Çünkü, bu za-
manda iki dehşetli hâl var.
Şualar | 1051 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
iman:
inanç, itikat.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma, neş-
rolunma.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
İsra:
Kur’ân-ı Kerîm’in 17. suresi-
dir. Mekke’de nazil olmuştur.
kemal-i iştiyak:
istek ve arzunun
son derecesi, tam bir istek ve ar-
zu.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
kütüb-i imaniye:
imanî mesele-
leri anlatan kitaplar, imanla ilgili
kitaplar.
kütüb-i İslâmiye:
İslâm dini ile il-
gili kitaplar.
lezaiz:
zevkler, lezzetler.
mağlûp:
yenilmiş, kendisine galip
gelinmiş, yenilen kimse.
mahrum:
bir şeye sahip olama-
yan, yoksun.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
meal:
mana, anlam, mefhum.
muamele:
davranma, davranış.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
mukabil:
karşılık.
nüsha:
birbirinin aynı olan suret-
lerin her biri.
propaganda:
bir inanç, düşünce,
doktrin v.b. ni başkalarına tanıt-
mak, benimsetmek amacını gü-
den ve çeşitli vasıtalarla yapılan
faaliyet.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
sefahat:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
selâm:
barış, rahatlık, selâmet,
esenlik.
set:
mâni, perde, engel.
sırr-ı i’caz:
mu’cizeliği gösteren
sırlar.
sual:
soru.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımın-
dan izahı, açıklaması.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık olma-
yan şeylerden, her türlü eksik ve
noksandan uzak ve yüce tutma,
münezzeh sayma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve nok-
san sıfatlardan uzak tutma, Ce-
nab-ı Hakkı şanına lâyık ifadelerle
anma.
ziyade:
çok, fazla.
aleyh:
karşı, karşıt.
amel:
fiil, iş.
bereket:
mübareklik, bolluk,
saadet.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
dâhil:
iç, içerisi.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ebediyet:
sonsuzluk.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
elcevap:
cevap olarak.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
feylesof:
sapık fikirli, felsefe
ile uğraşan.
gaddarâne:
zalimce, gaddar-
ca, merhametsizce, haincesi-
ne.
günah:
Allah’ın emirlerine ay-
kırı davranış, uygunsuz fiil, di-
nî suç.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakaik-ı şeriat:
şeriata ait olan
gerçekler.
hakikî:
gerçek.
hâl:
durum, vaziyet.
haram:
İslâmiyetçe yasakla-
nan işler.
hariç:
dışarı.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler,
hayırlar.
haslet:
güzel huy, iyi özellik.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hikmet:
gizli sebep, gaye.
hücum:
saldırma.