ondan daha küçücük olan madde-i esîriye zerreleriyle bir
kur’ân-ı Azîmüşşan yazılsa ve semavat sahifelerinde da-
hi yıldızlar ve güneşlerle diğer bir kur’ân-ı kebir yazılsa,
ikisi muvazene edilse, elbette cevher-i fert zerresinden ya-
zılan hurdebinî kur’ân, gökler yüzlerini yaldızlayan
kur’ân-ı Azîm ve kebirden acaipçe ve sanatın i’cazında
geri değil, belki bir cihette ileri olduğu gibi; aynen öyle
de, Hâlık-ı kâinatın kudretine nispeten masnuiyetindeki
garabet ve cezalet noktasında zühre çiçeği, zühre yıldı-
zından geri değil ve karınca, filden aşağı olmaz ve mik-
rop, gergedandan hilkatçe daha acip ve arı sineği, hur-
ma ağacından fıtrat-ı acibesiyle daha ileridir. demek bir
arıyı yaratan, bütün hayvanları yaratabilir. Bir nefsi diril-
ten, haşirde bütün insanları ihya edip haşir meydanına
toplayabilir ve toplayacak. Hiçbir şey ona ağır gelmez ki,
gözümüz önünde gayet çabuk ve kolaylıkla her baharda
haşrin yüz bin numunelerini yaratıyor.
son cümle-i Arabiyenin gayet kısacık meali şudur:
Yani, ehl-i dalâlet, mezkûr basamakların sarsılmaz ha-
kikatlerini bilmediklerinden ve gayet çabuk ve gayet ko-
laylıkla birden mahlûkat vücuda geldiklerinden, teşkili ve
bir sâniin hadsiz kudretiyle icadı, teşekkül ve kendi ken-
dilerine vücut bulmak tevehhüm edip hiçbir zihin, hatta
vehim dahi kabul etmediği ve her cihetle muhal ve
imkânsız hurafelerin kapısını kendilerine açmışlar. Mese-
lâ, o hâlde zîhayatın her bir zerresine hadsiz bir kudret,
bir ilim, her şeyi görecek bir göz ve her sanatı yapabi-
lecek bir iktidar vermek lâzım gelir. Bir tek İlâhı kabul
Şualar | 1041 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
ihya:
canlandırma, diriltme, hayat
verme.
iktidar:
güç yetme, yapabilme, bir
işi gerçekleştirmek için gereken
kuvvet.
İlâh:
kendisine ibadet edinilen ta-
pınılan Ma’bud, Allah.
ilim:
bilgi, marifet.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
Kur’ân-ı azîm:
büyük ve yüce
olan Kur’ân.
Kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve şerefi
yüce olan Kur’ân.
Kur’ân-ı Kebir:
Büyük Kur’ân-ı Ke-
rîm.
madde-i esîriye:
esir maddesi.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılanlar.
masnuiyet:
sanatlılık, sanat de-
ğeri olma.
meal:
mana, anlam, mefhum.
meselâ:
örneğin.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muhal:
imkânsız.
muvazene:
mukayese, karşılaş-
tırma; ölçü, denge.
nefis:
hayat, ruh, can.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
numune:
örnek.
sahife:
sayfa.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
semavat:
semalar, gökler.
teşekkül:
şekillenme, meydana
gelme.
teşkil:
vücut verme, şekillendir-
me.
tevehhüm:
vehimlenme, kurun-
tuya kapılma; gerçekte var olma-
yanı var kabul etme, yok olanı
var zannetmekle ümitsizliğe ve
korkuya düşme.
vehim:
yanlış ve esassız düşünce.
vücut:
varlık.
yaldız:
süs.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
zîhayat:
hayat sahibi.
Zühre:
Çoban Yıldızı, sabah yıldızı,
Venüs.
acayip:
şaşırtıcı ve hayret ve-
rici şeyler.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
cevher-i fert:
ferdin cevheri;
zerre, en küçük cisim, atom.
cezalet:
ahenkli, akıcı ve gü-
zel ifade.
cihet:
yön.
cümle-i arabiye:
Arabca cüm-
le.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
fıtrat-ı acibe:
acip, hayret ve-
rici yaratılış, garip yaratılış.
garabet:
hayret vericilik, ga-
riplik, tuhaflık.
gayet:
son derece.
gergedan:
büyük cüsseli, ağır,
kuvvetli, sıcak ülkelerde ya-
şayan, burnunun üzerinde bir
veya iki boynuz bulunan me-
meli hayvan.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve
onun içinde olan her şeyin ya-
ratıcısı, Allah.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
hurafe:
dinin aslına uymayan,
sonradan dinî bilgiler arasına
karışmış olan uydurma, batıl
inanış.
hurdebinî:
gözle görülmeye-
cek derecede küçük, mikros-
kobik.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
i’caz:
mu’cizelik, insanların ben-
zerini yapmaktan âciz kaldık-
ları şeyi yapmak.