Yani, ihata edilen cüz’iyat ve küll ve külliyatın içinde
bulunan fertler ve tohumlar ve çekirdeklerin, ihata eden
büyük külliyata nispetleri, güya küçücük numune ve ga-
yet ince yazı ile çok küçük kıt’ada yazılmış aynı küll ve
külliyatın misalleridir. öyle ise, ihata eden külliyat, o
cüz’iyat hâlıkının kabzasında ve tamamen tasarrufunda
bulunmak lâzımdır. tâ, ilminin mizanlarıyla ve ince ka-
lemleriyle o büyük muhitin kitabını, o küçücük yüzer
kıt’alarda, defterlerde derç edebilsin.
Hem ihata edilen ecza ve cüz’iyatın muhitle nispetleri,
temsilleri, güya süt gibi muhitlikten sağılmış katreler; ve-
ya biri o muhiti sıkmış, o noktalar ondan akmış. Meselâ,
kavun çekirdeği, onun umum etrafından sağılmış bir kat-
re veya o kitap tamamen içinde yazılmış bir noktadır ki,
fihristesini, listesini, programını taşıyor.
Madem böyledir, elbette o cüz’iyat ve katreler ve nok-
talar ve fertler sâniinin elinde, o muhit küll ve külliyat bu-
lunmak elzemdir; tâ hikmetinin hassas düsturlarıyla o fert-
leri, katreleri, noktaları ondan sağsın.
demek bir tek tohumu, bir tek ferdi yaratan, elbette o
büyük küll ve külliyatı ve onları ihata eden ve onlardan
çok büyük olan diğer külliyatları ve cinsleri yaratan yine
odur, başka olamaz. öyle ise, bir tek nefsi yaratan, bü-
tün insanları yaratabilir. Ve bir tek ölüyü dirilten, haşirde
bütün cin ve ins ölülerini diriltebilir ve diriltecek. İşte,
(1)
m
In
óp
MGn
h ¢m
ùr
Øn
æ`n
c s
’p
G r
ºo
µ
o
ã r
©n
H n
’n
h r
ºo
µo
?r
? n
N É n
e
ayetinin hükmü ve
Şualar | 1039 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
ins:
insan, beşer, Âdemoğlu.
kabza:
tutamak yeri, el.
katre:
damla.
kıt’a:
parça, cüz.
küll:
bütün.
külliyat:
bir şeyin bütünü, bir şe-
yin tamamı, hepsi.
madem:
...-den dolayı, böyle ise.
meselâ:
örneğin.
misal:
örnek.
mizan:
terazi, ölçü.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
nefis:
hayat, ruh, can.
nispet:
oran, ölçü.
numune:
örnek.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup ida-
re etme, mülkünü istediği gibi kul-
lanma.
temsil:
benzetme, misal getirme.
umum:
bütün.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
cin:
gözle görünmez, lâtif ci-
simlerden ibaret bir yaratık.
cins:
çeşit.
cüz’iyat:
parçaya ait olan şey-
ler.
derç:
toplama, bir araya ge-
tirme.
düstur:
kanun, kural, esas,
prensip.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
elzem:
daha (en, pek) lâzım,
lüzumlu, gerekli.
fihriste:
katalog, liste.
gayet:
son derece.
güya:
sanki.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hassas:
incelikli, en ufak ölçü-
leri sağlıklı ve kesin olarak ve-
ren.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hüküm:
dinî kaide, kural.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ilim:
bilgi, marifet.
1.
Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman
Suresi: 28.)