•
dördüncü ve Beşinci Basamak:
p
ó t
`«n
?s
àdG p
?n
ón
Y u
öp
ùp
Hn
h @ p
á s
«p
gÉn
Ÿr
G p
án
æn
jÉn
Ñ o
en
h p
O t
ôn
és
àdGn
h p
܃o
Lo
ƒr
dG u
öp
ùp
Hn
h
i
u
õn
és
àdG p
?n
ón
Yn
h p
õ t
«`n
ës
àdG p
?n
ón
Yn
h
Bu iki basamağın hakikatini umuma ifade etmek çok
müşkül olmasından, yalnız kısacık bir iki nüktesi ve muh-
tasar meali beyan edilecek.
Yani, vücut mertebelerinin en kuvvetli ve sarsılmaz
olan vücup mertebesinde ve ezelî ve ebedî derecesinde
bir vücut sahibi ve maddiyattan münezzeh ve mücerret
ve bütün mahiyetlere mübayin bir mahiyet-i mukaddese-
yi taşıyan bir kadîr-i Mutlak’ın kudretine nispeten, yıldız-
lar zerreler gibi ve haşir bir bahar misillü ve haşirde bü-
tün insanları diriltmesi bir nefsin ihyası derecesinde ko-
laydır. Çünkü, vücut tabakalarından kuvvetli bir nev’in bir
tırnağı, hafif bir tabakanın bir dağını eline alır, çevirir. Me-
selâ, kuvvetli vücud-i haricîden bir âyine ve kuvve-i hafı-
za, zayıf ve hafif olan vücud-i misalî ve manevîden yüz
dağı ve bin kitabı içine alırlar ve çevirebilirler. İşte vücud-
i misalî ne derece kuvvetçe vücud-i haricîden aşağı ise,
mümkinatın hâdis ve arızî vücutları dahi ezelî, sermedî,
vacip bir vücuttan binler derece daha aşağı ve hafiftir ki,
o mukaddes vücut, bir zerre tecellisiyle, mümkinatın bir
âlemini çevirir.
Maatteessüf, şimdilik semli hastalık gibi üç ehemmiyetli
sebep müsaade etmediklerinden, bu pek uzun hakikati ve
nüktelerini risale-i nur’a ve başka zamana havale ederiz.
Şualar | 1035 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
mübayin:
başka türlü, ayrı.
mücerret:
soyutlanmış olan, ci-
sim hâlinde bulunmayan.
mümkinat:
yaratılanlar, mümkün
olanlar, imkân dâhilindekiler, ola-
bilir şeyler.
münezzeh:
arınmış, tenzih edil-
miş, uzak.
müsaade:
izin.
müşkül:
güç, zor, çetin.
nefis:
hayat, ruh, can.
nevi:
çeşit, tür.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
nükte:
bir söz veya ibareden hu-
susî bir dikkatle çıkarılan gizli ma-
na.
semli:
zehirli.
sermedî:
ebedî, daimî, sürekli.
tabaka:
kat, katman.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
umum:
bütün, herkes.
vacip:
zorunlu.
vücud-i haricî:
haricî vücut, varlı-
ğı ortaya çıkan, dışarıda varlığı bi-
linen, nesnel.
vücud-i manevî:
maddî olmayan,
mana yönünden zihinlerde olu-
şan vücut.
vücud-i misalî:
maddesi olmayan,
görüntüden ibaret varlık.
vücup:
vacip ve lüzumlu olma,
gereklilik.
vücut:
varlık.
zaif:
zayıf.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
âlem:
varlık sınıflarından her
biri.
arızî:
sonradan çıkan.
âyine:
ayna.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ehemmiyetli:
önemli.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz,
başlangıçsız.
hadis:
hudus eden, sonradan
meydana gelen şey.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
havale:
bir şeyi başka bir ye-
re veya zamana bırakma.
ihya:
canlandırma, diriltme,
hayat verme.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt
ve şarta tâbi olmaksızın her
şeye gücü yeten sonsuz kud-
ret sahibi, Allah.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzü-
lerek belirteyim ki.
maddiyat:
maddî ve cismanî
şeyler, gözle görülüp elle tu-
tulur cinsten şeyler.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
tabiatı, niteliği.
mahiyet-i mukaddese:
mü-
barekliğin, temizliğin, kutsallı-
ğın aslı, hakikati.
meal:
mana, anlam, mefhum.
mertebe:
derece, basamak.
meselâ:
örneğin.
misillü:
gibi, benzeri.
muhtasar:
kısaca, özetle.
mukaddes:
takdis edilmiş, kut-
sal, aziz, temiz.