üçüncü Basamaktaki
p
ás
jp
ón
Mn
’r
G u
¤n
én
Jn
h
kelimesi, pek bü-
yük ve çok ince ve derin ve gayet geniş bir hakikate işa-
ret eder. onun izah ve ispatını risale-i nur’a havale edip,
gayet kısa bir temsil ile bir tek nüktesini beyan edeceğiz.
evet, nasıl ki güneş, ziyasıyla umum zemini ışıklandı-
rıp vahidiyete bir misal olduğu gibi, âyine gibi mukabilin-
deki her şeffaf şeyde, timsali ve aksi ve yedi renkli ziya-
sıyla ve zatının suretiyle bulunup, ehadiyete dahi bir mi-
sal teşkil eder. eğer güneşin ilmi ve kudreti ve ihtiyârı ol-
saydı ve cam parçalarının ve içinde güneşçikler görünen
katrelerin ve kabarcıkların kabiliyetleri bulunsa idi, irade-
i İlâhiyenin kanunuyla her birisinde ve yanında timsaliyle
ve sıfatlarıyla tam bir güneş bulunup, sair yerlerde bulun-
ması onun tasarrufatına hiç noksan vermeyerek kudret-i
rabbaniyenin emriyle, tesiriyle, hükmüyle pek büyük zu-
hurata sebep olarak, ehadiyetteki fevkalâde kolaylık ve
sühuleti gösterir. Aynen öyle de, sâni-i zülcelâl, vahidi-
yet itibarıyla bütün eşyayı ihata eden ilim ve iradesi ve
kudretiyle bakar ve hazır ve nazır olduğu gibi, ehadiyet
cihetiyle ve tecellisiyle her şeyin, hususan zîhayatın ya-
nında isimleri ve sıfatlarıyla bulunur ki, kolayca, bir anda
sineği kartal sisteminde, bir insanı küçük bir kâinat siste-
minde icat eder. Ve zîhayatı öyle mu’cizatlı bir şekilde ya-
ratır ki, eğer bütün esbap toplansa, bir bülbülü, bir sine-
ği yapamazlar. Ve bir bülbülü yaratan, bütün kuşları ya-
ratan olabilir. Ve bir insanı halk eden, ancak kâinatı icat
eden zattır.
akis:
yansıma.
âyine:
ayna.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
cihet:
yön.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğinin tecelli etmesi, görünme-
si.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fevkalâde:
olağanüstü.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
halk:
yaratma, yaratış.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
hâzır:
huzurda olan, göz önünde
olan, hazır.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüküm:
karar, emir, hâkimiyet.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
ve arzularına göre hareket etme.
ilim:
bilgi, marifet.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
irade-i İlâhiye:
Allah’ın iradesi, Ce-
nab-ı Hakkın dilediğini yapabilme
gücü, kudreti.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
itibar:
değer.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile an-
latma.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kanun:
kaide, kural.
katre:
damla.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kudret-i rabbaniye:
her şeyi ter-
biye eden Allah’ın sonsuz kud-
ret ve kuvveti.
misal:
örnek.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah ta-
rafından verilip, yalnız pey-
gamberlerin gösterebilecekle-
ri büyük harika işler.
mukabil:
karşılık.
nazır:
nezaret eden, bakan,
gözeten.
noksan:
eksiklik, kusurlu oluş.
nükte:
bir söz veya ibareden
hususî bir dikkatle çıkarılan
gizli mana.
sair:
diğer, başka, öteki.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi ve her şeyi sanatla
yaratan Allah.
sıfat:
vasıf, nitelik.
suret:
biçim, görünüş.
sühulet:
kolaylık.
şeffaf:
saydam.
tasarrufat:
tasarruflar, idare
etmeler.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
temsil:
benzetme, misal ge-
tirme.
tesir:
etki.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
timsal:
resim, suret, şekil.
umum:
bütün.
vahidiyet:
Cenab-ı Hakkın isim
ve sıfatlarının birliği ve kâina-
tı kuşatması.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
zemin:
yeryüzü.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, par-
laklık.
zuhurat:
hesapta olmayan du-
rumlar, umulmadık, beklen-
medik hâller.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1034 | Şualar